OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

2019’da Yerli Roman Klişeleri Aşabildi mi?

Ayşegül Genç

Yüzyıllar önce yazılmış eserleri aşmak için o eserleri sadece okumak yetmez, anlam dünyalarını, zafer ve yenilgilerini, tükettiği ve ürettiği kavramları içselleştirmek de gerekir. Yazar göndermelerle, parodilerle, hicvederek veya formlarını ödünç alıp içeriğini kendi bakışı ile doldurarak metinler arasında bağ kurmaya devam eder. Sadece içerikte değil teknik açıdan da kendinden önceki metinlerin bir adım ötesine geçebilmek işin en zor tarafıdır. Dünyada roman, hâlâ edebi performansın en gözde türüdür. Don Kişot’tan bu yana sadece kurgulayarak değil metni bozarak, okuru sürece dahil ederek ve üst kurmaca ile metnin bizatihi kendisini yücelterek çeşitli eserler verilmiştir.

Kitap fuarlarında kapağı güzel ama içeriği klişelerle dolu çok fazla romanın sunulduğunu ve okuyucunun bu romanlara rağbet edişini bir kenara koyarsak 2019 yılında ülkemizde de pek çok nitelikli roman yazıldı. Peki, okurunun arayıp bulduğu, klişeleri aşan veya aşmaya çalışan, kendinden önceki edebi eserleri süzerek yeni bir söz ve söyleme biçimi ile ortaya çıkan/çıkmaya çalışan bu romanlar hangileri idi?

Bir Sabah Klişesi

Kemal Varol’un son romanı Âşıklar Bayramı, Ocak ayında İletişim Yayınları’ndan çıktı. Bir baba oğul romanı olan kitap, Doğu’nun coğrafyasını, kültürünü ve değerlerini aşıklık geleneği üzerinden okura aktarıyor.

Olayların, kahramanın sabah yatağından kalkması ile başlaması teknik açıdan bir klişe olarak görülmektedir. Çünkü böyle bir başlangıç çok fazla kullanılmıştır. Kahraman yahut karakter bir böcek şeklinde uyanmıyorsa, bilmediği bir yerde ve zamanda uyanmıyorsa ya da okurun bilmediği bir yer ve zamanda uyanmıyorsa bütün uyanma ile başlayan romanlar klişe ile başlayan romanlar kategorisine yuvarlanabilir. Âşıklar Bayramı da bir uyanma/ uyandırılma ile başlıyor. Lakin romanın devamında, konu ve amaç bütünlüğü sayesinde orijinale yakın bir metin ortaya çıkıyor.

Günlükler ve Mektuplar

Teknoloji ile hayatımıza giren yenilikler günlük ve mektup gibi türleri geri plana itmiştir. Bloglar, mikro bloglar, storyler, elektronik postalar hayatımızın her anına sirayet etmiştir. Normal hayatında mektup yazmayan, kart atmayan ya da gün içerisindeki duygu ve düşüncelerini sosyal medya aracılığı ile kaydeden okurun -eğer tarihi bir belge hükmünde değilse ya da yazan karakterler sıradan insanlar değilse- mektup ve günlüklerle bezeli romanlarda bugünü bulma ihtimalinin gerçekçi olmadığını söyleyebiliriz.

Ahmet Tezcan’ın Mart ayında Ketebe’den çıkan Abbara romanı ölmeden önce bırakılan bir mektup ile köklerini aramaya çıkan bir insanın macerasını anlatıyor. Ölmeden önce bırakılan mektup sadece romanlarda değil filmlerde de çokça kullanılan
ve bir hikayeyi kurma noktasında kolayı sunan bir tekniktir. Klişedir. Lakin Mardin’e dair güzel bilgilerin ve betimlemelerin olduğu roman bir arayış romanı olması açısından okurun ilgisini üzerinde tutmayı başarmıştır.

İnce Bir Sızı

Günlüklere yer veren Kaybetmeden Önce romanı ise Ekim ayında Profil Kitap’tan yayınlandı. Orhan Özekinci’nin kaleme aldığı eser, ince bir sızı gibi. İç içe anlatımların içinden ustalıkla çıkabilmiş yazar, anlatımın akıcılığı bazı muğlak noktaları önemsizleştirirken, hayata dair ayrıntılar ön planda. Güçlü cümlelerin olduğu kitapta “günlük” sıradan bir ayrıntıya dönüşüyor.

2019’un dikkat çeken romanlarından Nefaset Lokantası’nda ise yazışmalar elektronik posta ile gerçekleşiyor. Birbirlerinden uzakta olan iki aşık bu şekilde iletişim kuruyorlar. Sadece kadın karakter intihar etmeden önce bir intihar mektubu yazıyor ve onu posta yolu ile gönderiyor. Geride kalanlara verilecek mesajın kalıcı olmasını isteyen her müntehir gibi belki de. Bu mektup romanın içeriğini güçlendiriyor. Tuğba Doğan’ın Nefaset Lokantası romanı YKY’den Mayıs ayında yayınlandı.

Köyden Kente, Merkezden Kırsala

Köyden kente göç, şehirde tutunamama hali, hayal kırıklıkları, çatışmalar romanların vazgeçilmez konularıdır elbette.
Edebiyat dünyamızda bu konu merkezinde veya bu konunun etrafında gezinen pek çok roman yazıldı. Şoklar ve yenilgiler defalarca anlatıldı. Bazen klişe başlangıçlar ve sonuçlar birbirini kovaladı.

Samet Doğan’ın Nisan ayında Profil Kitap’tan çıkan Congolos romanı ve Yasemin Karahüseyin’in Mayıs ayında İz Yayıncılık’tan çıkan Kör Nokta romanı bu klişeleri aşmaya çalışan iki roman. Kör Nokta romanında köyü ya da şehri değil bir kaygıyı merkeze alan aşıkların kendi kapılarının önünde bekleyişi ustalıkla anlatılıyor. Başkasının yarattığı zindan ile insanın kendisinin yarattığı zindanın karşılaştırıldığı bir iç roman Kör Nokta.

Congolos romanında ise yazar köyden kente gelen bir gencin hayatını fantastik bir maceraya dönüştürüyor. Bir köpek gezdiricisi başka bir alemin beklenen savaşçısı oluveriyor. Sürecin işlenişi ve teknik açıdan doyuruculuğu okurun fantastikten ne beklediğine göre şekillenecek.

İlginç Olanın Sürekliliği

İkinci romanı Azizler ve Haydutlar’ı Ekim ayında Ketebe’den yayınlayan Selman Bayer ilk romanında olduğu gibi bir memur/bürokrasi hikayesini absürt ve romana yakışan ağdalı bir üslupla okuyucu ile buluşturuyor. İlginç tabirleri, tamlamaları, zeka gösterileri ve ironik anlatımı ile diğer yazarlardan ayrılan Selman Bayer karakterleri üzerinden geçmiş ile bağlarını da yokluyor.

Üst üste gelen ilginçlikler, şaşırtıcı ifadeler ve oyunlar belirgin bir “anlam”ın etrafında toplanmadığında okuru yorabilir mi? Misal Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı aynı zamanda bir enstitüleri ayarlama saatidir de. Anlam ve ironinin birbiri içinde eriyişi romanı bu yönü ile orijinal bir esere çevirmiştir. Azizler ve Haydutlar romanı da orijinal bir eser olarak kitaplığımızda yer bulabilir mi? Bu soruların cevabını okuyucuya bırakmak daha doğru olur.

Absürt-ilginç diyebileceğimiz başka bir roman ise Onur Ünlü’nün Doğan Kitap’tan Ağustos ayında yayınlanan Kız çocuğu romanı. Bir ilk roman olması yüzünden belki de ülkedeki tüm sorunlara dokunmak istiyor yazar. Lakin tüm bunları bir “anlam”a çevirmeye çalışırken anlatının içindeki ilginç uzun cümleler ve farklı göndermeler yüzünden amacına ulaşamamış görünüyor. Romandaki 16 yaşındaki kız çocuğu tecavüz, düşük, cinayet, gasp, uyuşturucu, eşcinsellik, hırsızlık, kaçırılma gibi pek çok unsurla küçük yaşta tanışmıştır.

Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi romanındaki 16 yaşındaki Melek ise babasına “Koca nedir?” diye sorar. Çünkü yalıtılmış
bir hayat yaşamaktadır ve babasının gözbebeğidir. Ahmet Mithat Efendi bir aşırılık olarak sunar bu durumu. Onur Ünlü de benzer bir aşırılık üzerinden sonuca ulaşmak istemiş olabilir mi? Takdir okuyucunun..

Ödünç Alma

Romanlarda, kendisinden önce verilmiş eserlerin formlarını ödünç alma ya da metinler arasında ilişki kurma bir teknik
olarak kullanılır. Özellikle Batı-Doğu karşılaştırmaları ve çatışmaları noktasında kullanışlıdır. Orhan Pamuk Kara
Kitap romanında, Cihan Aktaş ise Şirin’in Düğünü romanında bu tekniği başarılı bir şekilde uygulamıştır. Derviş Zaim’in
Nisan ayında YKY’den çıkan Rüyet romanı da benzer şekilde Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ı ile iç içe geçmiş bir romandır.

Rüyet; kalpten görme, kalp gözü ile görme anlamına gelir. Tamamen seküler bir yaşam süren Sine’nin kendini arayışını anlatır. Kah bir Osmanlı askerinin hatıralarını okurken birinci dünya savaşının ortasında buluruz kendimizi kah eser kaçakçıları ile çatışan iş adamlarının ortasında. Yazarın yönetmen/ senarist olması romanı özellikle sonlarına doğru senaryoya yaklaştırıyor. Sine’nin iç dünyasındaki çatışmaların yeterince yansıtılıp yansıtılmadığı, isimler üzerinden girişilen anlamlandırma çabasının başarısı, mimarlık üzerine verilen bilgilerin romanın omurgasındaki yeri okurun yorumuna açık.

Bir başka ödünç alma romanı ise Godard Makinesi romanı. Lakin bunu klişe bir şekilde gerçekleştirmiyor yazar. Bir film
yönetmenin hayatını 1 Mayıs olaylarından başlatarak günümüze kadar anlatıyor. Filmlerden sahneler, isimler, duygular ödünç alıyor (hatta kurgulanan karakterin ismi de Cemşit) ve bir sanatçının ortaya iyi bir sanat eseri koyabilmek adına verdiği mücadeleyi, çalkantılı ruh dünyasını, çarpık ilişkilerini ortaya seriyor. Merve Yakut’un romanı Dedalus Kitap’tan Nisan ayında yayınlandı.

Politik Roman

Barış Bıçakçı’nın Tarihi Kırıntılar romanı Mart ayında İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kurgulanma şekli yazarın üslubunun insanı kavrayışı ile birlikte bir bütünlük arz ediyor. Lakin aynı kurgudan dolayı belki de kaybolanı arama noktasında ara ara akıcılığını kaybediyor.

Şairler ve poetikalar üzerinden yürüyen romanda siyasi göndermeler de var. Bu göndermeler yazarın karaktere kendi sözünü
söyletmesi midir, yoksa seçilen karakter böyle olduğu için mi böyle söylemek zorundadır okuyucun yorumuna kalıyor. Oysa yoruma gerek kalmadan toplumun, insanın, karakterin ve kurgunun içinden sıyrılıp bir varlık olarak karşımıza dikilen, tüm zerrelerinde geçtiğimiz yolları taşıyan ve bu yüzden her zerresiyle bir sanat eserine dönüşen romanlar da var.

Güray Süngü’nün Ekim ayında İz Yayıncılık’tan çıkan romanı Az Kalan Gölge bunlardan biri. Yukarıdan değil içeriden bir bakışla geçer okur yaşadığı çağdan. Olaylar, devrimler, ayaklanmalar, darbeler… Okur içeriden geçtiği için çöküşü de
görür, yıkımı da. Ev ve evsizlik üzerine kıymetli bir esere dönüşen Az Kalan Gölge 2019 yılının nitelikli romanları arasında…

Bu yazıyı paylaş
Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?