OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

28 Şubat’ın İyi Kitapları Yok Mu?

Ayşegül Genç

28 Şubat sürecini hakkıyla anlatan eserler verilmediği düşünülür. Özellikle roman dalında eksikliklerin olduğu, konunun üzerine gidilmediği söylenilir. Bunu söyleyenlerin aceleci olduğunu ve edebiyat dünyasına ters dürbünlerle baktıklarını düşünüyorum. Dürbünün gören ucunu kendi beklentilerine çevirenlerin hiçbir zaman verimli okumalar yapabileceklerini düşünmüyorum. Edebiyat bir buluşma olduğu kadar bir denk gelmedir de çünkü. Ummadığınız bir anda eskiden kalma bir acıyla karşılaşmanızdır. Bu karşılaşma; randevu verilmediği, kararlaştırılmadığı için ve aniden gerçekleştiği için bazen en samimi hislerin ortaya çıkmasına sebep olur.

Yıldız Ramazanoğlu’nun o dönem kaleme aldığı İkna Odası romanı ile Güray Süngü’nün 2015 yılında kaleme aldığı Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı romanını (28 şubat süreci ile ilgili kalp sızlatan bu iki eseri), “buluşma anı” ve “karşılaşma anı” üzerinden inceleyebiliriz

Buluşma Anı

İkna Odası, Yıldız Ramazanoğlu’nun olgun kaleminden çıkmış, süreci duygular ve kişi çözümlemeleri ile anlatan, işçiliği iyi kotarılmış, farklı üslubu ve bakış açısı ile kalbimizde yerini alabilmiş ender bir romandır. İsminin İkna Odası olması sebebi ile okuyucuda büyük bir beklenti uyandırmış, randevular verilmiş, okumalar kararlaştırılmış lakin içinde sürecin her ayrıntısını görmek isteyen okuyucular bu buluşmadan tatmin ayrılmamışlardır. Aslında özgün ve başarılı olan bu eser, “İkna Odası” gibi ağır bir ismi tek başına göğüslemek zorunda kalmış, bazen de kaldıramamıştır.

Bu noktada eserde beklediğini bulamayan okuyucular karşımıza dikilirler. Bu okuyucuların çoğu tarih ve siyaset okuyucusu olduğu için “teklif” edebiyatından değil “telkin” edebiyatından hoşlanırlar. Bu tür okuyucular, naif söylemler ve psikolojik tahlillerden hoşlanmazlar. Direkt anlatım isterler. Karakterlerin sazı eline alıp “bana şu şu şu yapıldı” diye tek tek saymalarını isterler. Kitabın kapağında bir çift postal olsa hayır demezler. Öneriler, metaforlar, telmihler, mecazlar yorar onları. Eserden o bekledikleri şeyi alıp artlarına bakmadan uzaklaşmak isterler. Normal olarak eser böyle olmayınca da, buluşma yeri havaya uçar, randevu iyi geçmez, yazar ve okuyucu anlaşamaz.

Geçmişte olmuş bitmiş olayları anlatmaya tarih, geçmişte olmuş ama bitmemiş olayları anlatmaya edebiyat diyoruz aslında. Roman bir simülasyondur. Hayatın bir parçasını alır ve üzerinde düşünür. O parçayı anlatıp bitirmek için almaz, onu sarar, bürür, değiştirir bir koza haline getirir. Daha iyi bir hale taşımak için yapar bunu.

Yıldız Ramazanoğlu sosyal bir meseleyi edebiyatın incelikli ve katmanlı eleklerinden geçirerek hırpalanan kızların iç dünyasını üç farklı karakter üzerinden aktarmıştır. Nermin, Seher ve Nuray üç farklı seçimi temsil etmektedir. Yazar bu üç kızla aynı odanın içinden geçerken hem çözülmüş hem toparlanmış, hem kırılmış hem çelikleşip- haslaşmış, hem de varoluş hakikatleri ile gelecek kaygıları arasında kalan kızları anlamamız için kelimeden kelimeye Hz. Hacer anamız gibi koşturmuştur.

Bu kadar hukuksuz ve saçma bir uygulamayı bu denli incelikle anlatması, kırmadan, incitmeden, insanî bir dil üreterek sadece dindarları değil, din ile mesafeli olanları da belirli bir düzleme çekip insan ruhu üzerine kafa yordurmuştur. Asıl öyle olmasaydı “İkna Odası” eksik kalmış diyebilirdik. Bu yüzden bu kitap bir delil, bir fotoğraf, bir belge kadar değerlidir. Meselenin sadece baş açıp kapatmak kadar yüzeysel olmadığını birilerine anlatma çabasıdır.

Karşılaşma Anı

Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı romanı ise Güray Süngü’nün kendine has üslubu ile farklı hikayeler içinden geçerken ikna odalarına dokunan bir romanıdır. Ayakkabının içine girmiş bir taş, sürtündüğümüz duvardan kolumuza geçmiş badana izi gibi ikna odalarının yürüyüşümüze eşlik ettiğini sonradan fark ederiz.

“Biz seni şimdi ikna edeceğiz” diye başlıyor kitap. Üniversite öğrencisi Mehmet’in 28 Şubat sürecinde geçen öğrencilik hayatını, dostluklarını, aile ilişkilerini, aşkını ve yenilgilerini anlatıyor. Romanın sonlarına doğru ikna odasındaki kızın duygularını ve gel-gitlerini çözümlüyorsunuz. Bu bir karşılaşma anına dönüşüyor o an. Roman boyunca sarf edilen tüm kelimeler, sözler sizi o karşılaşma anına hazırlıyor aslında. Ve daha derinden bir kırılmaya, yaranın daha feci sızlamasına sebep oluyor bu. Diğer hikaye ile birlikte devam ettiği için bu karşılaşma ile birlikte diğer karşılaşmalar da başka yaralara dokunuyor. Böylece yan yana yaşayan insanlar gibi, yan yana kanayan acılar sayesinde diğer insanlarla bir ortak zeminde buluşabiliyorsunuz.

Bir söyleşisinde şöyle diyor Güray Süngü:

“Kahraman değil karakter tercih ediyorum. Derdim bu olduğu için. Kaybeden ve sürekli yenilen olduklarına da katılmıyorum. İki kişi aynı kapıya doğru yürürken, birisi daha önce o kapıdan geçmek için omuzunu kullanırsa ve diğeri bu düşkünlüğe muhatap olmamak için gönül kırıklığıyla bir saniyeliğine durursa kazanan kapıdan ilk geçendir der insanlar. İnsanlar bilmiyorlar.”

Belki de 28 Şubat süreci ile ilgili eserlerde görmek istediğimiz ana beklentinin nedeni bu sözde saklı. Kapının önünde kalan gönlü kırık kızları kahramanlaştıran, onları tek yönlü bakışla ululaştıran eserler istiyoruz biz. Gerçek hayatta yenilen karakterlerin romanlarda kazanmasını, karşılarında gardını alan görevlilerin de yerden yere vurulmasını istiyoruz.

Oysa gerçek ve kalıcı edebi eserler hayatın bir parçasını olduğu gibi alıp üzerinde dururlar. İnsanın iyi ve kötü yönlerini, kayıplarını ve kazançlarını bir bütün olarak ele alıp üzerinde dururlar. Böylece yüzyıllar geçse de Raskolnikovlar üzerinde düşünmeler devam eder.

28 Şubat süreci ile ilgili, direkt anlatım şekli kullanılmış, randevu verilmiş ve buluşulmuş eserler az olsa da, sürecin kalbimizde bıraktığı ize; edebiyat dergilerinde, öykülerde, şiirlerde, romanlarda çokça rastlamanız mümkün. Önemli olan buluşma yerinde bekleyen değil, buluşma yerini arayan okuyucu olmaktır belki de.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?