Söyleşi: Alim Kahraman
Konuşan: Hamit Kardaş
Alim Kahraman, edebiyat incelemeleri alanında velud bir yazarımız. Yahya Kemal, Orhan Okay ve Cahit Zarifoğlu ile ilgili yazdığı kitaplardan sonra, geçtiğimiz günlerde Mehmet Akif’e dair kapsamlı bir biyografi hazırladı. Büyüyen Ay Yayınları’ndan çıkan Mehmet Akif, Tutuşmuş Bir Yürek, Adanmış Bir Hayat kitabında, İstiklal şairimizin edebiyat ve düşünce hayatı, kapsamlı bir şekilde ele alınıyor. İstiklal Marşı kabulünün yüzüncü yılını da vesile ederek Alim Kahraman’la Akif’i konuştuk.
“Mehmet Akif denince gözümüzün önünde bir şahsiyet canlanıyor.” diyorsunuz önsözde. Akif’in şahsiyetini ve şiirini farklı kılan nedir?
Akif, soyu Buhara’ya uzanan bir anneyle İpek’ten İstanbul’a gelen bir babanın oğludur. 1873 yılında İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya gelmiştir. Babası ilmiyedendir, Fatih Camii dersiamlarındandır. Müderris ve mucizdir. Yani bugünkü ifadeyle söylersek “icazet vermeye yetkili profesör!” Babası, manevi terbiyesini Feyzullah Efendi’den almıştır. Adı Mehmed Tahir. Fakat maddi ve manevi temizliği, nezaketi belirgin bir şahsiyet olmalı ki “Temiz Tahir Efendi” diye biliniyor. Biliyorsunuz, Tahir, zaten “temiz” anlamı taşıyor yani temizlik ve nezaketi katmerli. Ayrıca, son zamanlarda ortaya çıktı, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden aldığı ilhamla ana dilinde bir de Mevlid yazmış.
Bunları şunun için söylüyorum: Akif, ilk eğitim ve terbiyesini böyle bir anne ve babadan almış. Küçük yaşta hafızlığa başlamış. Ayrıca, diğer eğitimleri yanında, Fatih Camii’nde Hafız Divanı, Gülistan, Mesnevi okutan Esad Dede’nin bu derslerine devam etmiş. Hem medrese, hem o dönemin modern eğitim sistemlerini beraberce tanımış. Yükseköğrenimini baytarlık alanında tamamlamış. Bu yönden kendini Pasteur’ün öğrencisi saymıştır. Pendik Bakteriyoloji Enstitüsü’nün kuruluşuyla ilgilenmiş. Orayı ihya eden Şefik Kolaylı, küçük yaşta Akif’e emanet edilen, onun terbiyesinde yetişen bir ilim adamıdır. Bakteriyoloji -artık yakinen bildiğimiz- virüs hastalıklarıyla ilgili bir alan. Türkiye’de, hayvan hastalıklarının bu yönden incelenmesinde bir öncü olmuştur bu kurum.
Elbette bunların yanında hayatı yaşamadaki sadeliği, alçakgönüllülüğü, dostluğa ve sözünde durmaya verdiği önem, sohbet ehli oluşu ve yerine göre nüktedanlığı, onun kişiliğini oluşturan asıl unsurlar arasındadır.
Şiiri için de şunu söylemek lazım: Hayatının ilk dönemlerinde aşıkane ve hikmetli şiirler yazan şair, otuzlu yaşlarından sonra sanatını toplumun ve milletin emrine vermiş. Balkan, Trablusgarp, Birinci Dünya Savaşı yıllarında hem şiiri ve hem de cami kürsülerinden hitaplarında, tutuşmuş bir yürekle uyarma görevini üstlenmiştir. Milleti ısrarla birliğe ve beraberliğe davet etmiştir. Batının modasına kapılanları sert bir dille eleştirmiştir.
Akif, Milli Mücadele Dönemi dışında iktidardan hep uzak kalan ve muhalefet eden bir isim olarak çıkıyor karşımıza. Abdülhamid döneminde, Meşrutiyet’te ve Milli Mücadele sonrası kurulan hükümet döneminde muhalefet ediyor. Akif’in derdi neydi?
Akif’in muhalefeti, inandığı ve bağlı olduğu değerlere aykırı uygulama ve davranışlaradır, gördüğüm kadarıyla. Bu anlamda bağımsız bir tarafı var onun. II. Abdülhamid idaresine, İttihatçı olduğu için değil, halka yansıyan bazı olumsuz idari uygulamalar sebebiyle muhaliftir mesela. II. Meşrutiyet’in ilanından önce herhangi bir teşkilatla ilgisi görünmüyor. Ancak fikirleri, “hürriyetçi” diye anılan kesime daha yakın. 1908’den sonra bir ara İttihat ve Terakki’ye yaklaşmıştır. Bu teşkilat, o sıralar “hürriyet-i meşrûa” vadinde bulunuyordu. Bir hizmet kapısı olarak görüyor onları Akif.
Yazının
Dönemin İslam alimlerinin büyük kısmı da aynı amaçla İttihat ve Terakki’ye yaklaşıyor fakat kısa bir süre sonra onların II. Abdülhamid dönemini arattıklarını görüyor. Çıkardığı Sebilürreşad dergisindeki yayınları sebebiyle uyarılar gelmeye başlıyor önce, sonra da İttihatçılar tarafından defalarca kapatılıyor dergi. Yine de parti yöneticilerinden kendine daha yakın bulduğu Enver Paşa kanalıyla gelen bazı devlet, millet hizmetlerini geri çevirmiyor. Çıktığı Berlin, Necid seyahatleri böyledir. Bu seyahatler, çok güzel şiirlere de ilham veriyor şaire ayrıca.
Akif hep bedel ödeyen biri, ancak buna rağmen taviz vermeyen ve yolundan da dönmeyen bir kişiliğe sahip. Bu çerçevede ondan günümüze göre nasıl dersler alabiliriz?
Bir şairimizin “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” diye bir dizesi var. Bedel ödemek, şeklen yenilgi gibi görünen durumlarla karşılaşmak yanıltıcı olabilir. Bu tür durumlar, o an görülemeyen, fark edilemeyen hayırlı bir neticeyi doğurabilir. Yeter ki o an ümitsizliğe kapılmayalım. Niyetimizi sağlam tutalım. Her dönem için geçerli, böylesi ölçüler var bizler için.
Akif’in bir meal çalışması var, son dönemlerde iki yayınevi tarafından iki farklı kısmı yayınlandı. Akif’in hazırladığı mealin akıbetine dair muammalar söz konusu. Hakikaten yakıldı mı yoksa bir gün tam metin olarak karşımıza çıkar mı?
Bildiğimiz kadarıyla o meal çalışması, kendisine emanet edilen Yozgatlı İhsan Efendi’nin vefatının ardından yakıldı. Bugün yayımlananlar, ilk başlardaki hallerinin bir yerlerde kalmış bazı parçaları olmalı. Bunlar da yıllar sonra ortaya çıktı. Mealle ilgili hâlâ bir yerlerde veya ellerde bir şey kalmış olabilir mi? Bu büyük bir sürpriz olur. Göreceğiz.
Akif’in Mısır’a gidişi, gönüllü sürgün müydü yoksa gerçek bir sürgün mü? Mısır’a gitmeseydi neler olurdu?
Akif Mısır’a kendi isteğiyle gitti. Fakat yıllar sonra anlaşıldı ki bu gidişe sebep olan bazı durumlar varmış. Kendi yurdunda potansiyel bir suçlu gibi görülmesi, bazı kişi ve makamlarca kendisine böyle muamele edilmesi onu çok üzmüş.
Ancak ferdi olarak şöyle bir istek içindeydi şair: Bir köşeye inzivaya çekilmek ve yazmak istediği bazı eserlerini tamamlamak! Hz. Peygamber’in Veda Haccı’nı uzun bir şiir halinde yazmak istiyordu. Yine Milli Mücadele’yi şiirleştirecekti. Bunlar için kendine bir köşe arıyordu. Bir ara Çengelköy sırtlarına yerleşmeyi düşündü. Burhaniye’nin Pelitköy’üne çekilmeyi düşündü. Taif’e gitmeyi bile aklından geçirdi. Sonra dostu Abbas Halim Paşa’dan gelen daveti kabul ederek Mısır’a gitti.
Akif’le ilgili Mithat Cemal Kuntay, Hasan Basri Çantay ve Eşref Edip’in çalışmaları var. Sonraki dönemlerde de Sezai Karakoç başta olmak üzere çok sayıda yazar Akif’e dair kitaplar yazdı. En son siz çok kapsamlı bir kitap hazırladınız. Akif’le ilgili eserleri yeterli görüyor musunuz yoksa yenileri yazılmalı mı? Akif’in hangi yönleri ile ilgili çalışmalar hazırlanmalı?
Akif, gerçekten bizde hakkında en fazla eser yazılan şahsiyetlerin başında geliyor. Bunun bir sebebi de Akif’le ilgili bir yerlerde saklı kalmış belge ve evrakın, bu son dönemlerde art arda ortaya çıkmasıdır. Bu tür şahsiyetler için her dönemde zihin tazelemesi yapmak faydalıdır. Bizlerden sonra da yazanlar çıkacaktır, diye düşünüyorum.