Şaban Ali Düzgün – Konuşan: Abdullah Güner
İnsanlığın krizde olduğu ve büyük sınanmalardan geçtiği bir zamandayız. Sorunlarımıza, sorularımıza, yaşadıklarımıza dair cevaplar aradığımız bu dönemde en genel anlamda “din” bize ne söylüyor?
Din, hayat koşullarının insanın zihin, duygu ve eylem dünyasını ele geçirmesiyle yaşanan ufuk kararmasından insanı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkar. Bu itibarla din, fıtrata/doğal olana dönüş çağrısıdır. Farklı kaynaklardan akıp gelip insanda biriken tortulardan onu arındırma operasyonudur. Onun için Kur’an, insanları yeniden kök değerlerle buluşturan (ümmi) Peygamberle birlikte inen nuru takip edenlerin, omuzlarına bindirilen yükten, ellerini-ayaklarını bağlayan her türlü zincirden kurtulacaklarını müjdeler (A‘raf, 157). Din toplumsal koşulların sonucu ortaya çıkan olumsuzluklarla değil, bu koşulların bizzat kendisiyle mücadeleye karşı köklü bir çağrıdır. Bu, dinin kolektif boyutudur.
Dinin daha da önemli bir işlevi var: Tekil olarak insan hayatına dokunması. Zira insanlar toplu yaşasalar da acılarını tek çekerler ve tek ölürler. Her vücut bulmuş ruh, hep başkalarıyla var oluyormuş gibi görünse de gerçekte tektir ve çoğu zaman yalnızdır: Duygularıyla, kaygılarıyla, beklentileriyle ve hayalleriyle. Kişinin başkalarınınkine benzemeyen hatta benzemesin diye gayretine düştüğü özel bir dünyası vardır. Din, bu kişisel ruha saygı duyan, hasar gördüğünde onaran bir merhamet dokunuşudur da.
Hayatta insana yeteri kadar acı veren unsur var. Keder, acı, kin, tiksinti, korku, kaygı, umutsuzluk, kızgınlık, kıskançlık, aşağıla(n)ma, utanç, öfke, intikam, zulüm, harislik, hırs vs. Din müdahil unsur olarak bunları ortadan kaldırdığı ve bütün bu olumsuzluklarla yüklü ölü canlara ruh verdiği ölçüde insan hayatında bir yere sahip olacaktır; aksi takdirde mücadele edilecekler listesine eklenecektir.
Savaşlar, katliamlar, açlıktan ölümler ve hastalıkların pençesindeki hayatlar insanlığın rutinine dönüşmüş durumda.
Umudumuz, vaadimiz, idealimiz, ütopyamız, önerimiz nedir, ne olabilir? Dini Anlama Kılavuzu’nda “erdemin gücü” olarak vurguladığınız ilke doğrultusunda iyi bir gelecek kurabilir miyiz?
Kur’an’ın toplumsal tarih anlayışına bakarsak, mevcut dünya ile olması gereken arasında bir diyalektiğin kurulduğunu görürüz. Bu diyalektik, “Geleceğin geçmişten daha iyi olması gerektiği” (Duha, 4) aksiyomuna yaslanır. İnsan, geçmişi değiştiremez ama iyi bir geleceğe kaynaklık edebilir. Tıpkı derin denizlerin dip dalgaları gibi: Son derece yavaş akan ama etkisiyle denizin yüzeyinde inanılmaz hareketlere sebep olan dalgalar.
Dünya bir imkanlar alanıdır. İyi bir insan olma imkanı; iyi bir dünya kurma imkanı vs. Bütün bu imkanları varlığa çıkararak nihai sonuçlarına vardırma görevi insanın omuzlarındadır. Bu nihai görevde “en yüksek iyi”nin, başka bir ifadeyle insan hayatını korumaya alan, huzur ve mutluluğunu artıran erdemin her canlı için çalıştığı bir dünya kurma idealidir. Bu ideali/ ümidi kıran ve insan varlığını parçalayan ne varsa “kötü”dür ve mücadele edilmelidir. Aksi takdirde iyinin/erdemin başına gelecek şey, ilk erdem abidesi olarak bize sunulan Habil’in başına gelen şey olacaktır.
Yazının tamamını Okur’un 14. sayısında bulabilirsiniz: https://bit.ly/2CBpiBG