OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Aşk Hepimizi Yakacak Bir Gün

Turgay Bakırtaş

“Yeterince yaşa ve nefret ettiğin şeye dönüştüğünü gör.” Bu cümleyi yıllar önce bir kitapta okuduğuma eminim. Fakat hangi kitaptı, yazarı kimdi hatırlamıyorum. Hatırlatmasını umduğum mecralar da yardımcı olmadı şimdiye kadar. Zihnimin uydurduğuna karar verip “Bu söz bana ait.” deyinceye kadar aramaya devam edeceğim yine de.

Bana bu cümleyi Fransız yazar Andre Maurois’in İklimler romanının başkarakteri Philippe Marcenat hatırlattı. Çocukken okuduğu bir romandan etkilenerek zihninde yarattığı “kusursuz sevgili” idealine kavuşması çok vaktini almayan Philippe’in, yine bu ideal tarafından zehirlenişini okurken yeniden aklıma düşmesi boşuna değil.

İklimler, bir aşk hikayesi. Daha doğrusu kesişim kümesinde Philippe’in yer aldığı üç kişilik iki aşk hikayesi. İlk yarısında Philippe’in ağzından Odile; ikinci yarısındaysa Isabelle’in ağzından Philippe anlatılıyor.

“Sevgili” hakkında kesin düşüncelere sahip Philippe’in “aşk” kavramına hiç kafa yormaması hikayenin özünü oluşturuyor. Bu eksikliğin farkında olan kadınlar Philippe’e “Sen de bir gün aşkın ağına düşersin” dediğinde, aşkın “içine düşülen” bir hal olduğu gerçeğiyle karşılaşıyor kahramanımız. Ne var ki bu gerçek onu pek etkilemiyor, “ideal” sevgiliyi aramaya devam ediyor ve onu İtalya’da buluyor. Bir gezi esnasında karşılaştığı Odile’e görür görmez aşık oluyor, Odile’in de karşılık vermesiyle aşkları kısa zamanda derinleşiyor.

Ayrılık Sevgiliyi Efsaneye Dönüştürür

Aşkın duygular üzerindeki karşı konulamaz etkilerini birer birer önümüze seren bu ilişkinin sonlanışıyla birlikte “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.” anlayışının yıkılışına şahit oluyoruz. Uzak kalınan sevgilinin tüm huysuzluklarını, dırdırını, kıskançlık krizlerini zamanla unutuyor Philippe, buna karşılık onda sevilen, bağlanılan ne varsa yüceltiyor. Ayrılık, sevgiliyi bir efsaneye dönüştürüyor.

Maurois, Isabelle’in gözünden anlatılan ikinci bölümde, Odile’in şahsında okurda uyandırdığı öfkenin tamamını Philippe’e yönlendiriyor. Çünkü “yeterince yaşayan” Philippe, bir zamanlar kendisini acılara sürükleyen kadına dönüşüyor bu bölümde. Isabelle, öne çıkmaktan, dikkat çekmekten hoşlanmayan; sessiz, soğukkanlı, kendisine ilgi gösteren erkeklere yüz vermeyen bir kadın. Philippe, zihnine kazınmış ideal sevgiliyle benzerliği bulunmasa da Isabelle’in aşkına karşılık veriyor ve evleniyorlar. İlişkileri başta huzur dolu olsa da Philippe gün geçtikçe içinde bulunduğu durumdan sıkılmaya, mutluluğu kendisine acı verecek kadınlarda aramaya başlıyor. Gördüğü tüm eksiklik ve kusurları Isabelle’in yüzüne çarpıyor. Buna karşın Isabelle geri çekilmek yerine kocasının istediği kadın olmaya çalışıyor, sevdiği adam uğruna kendi kişiliğini yok etmeye razı oluyor.

Aşkın iki farklı iklimini birbirinden farklı iki kadınla yaşayan Philippe’in hikayesi, aşk üzerine bugüne dek yazılmış en “adil” edebiyat eseri olabilir. Çünkü bu hikayede kimse suçlu değil, kimse masum değil, kimse şeytan değil, kimse melek değil. Bu roman, aşka “düşen” ve dalgalara karşı koyamayıp oradan oraya sürüklenenlerin hikayesi. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?