Benim Kitaplarım ve Açıklayamadığım Çocuksu Duygular
Ne Okur? Söyleşileri: Handan Acar Yıldız
“Benim Yazarlarım” köşesinin bu sayıdaki konuğu; öykücü, yazar Handan Acar Yıldız. Yazı dünyasını inşa ederken etkilendiği yazarlardan ve benim yazarlarım derken kastettiğimizin aslında kim olduğundan söz ediyor.
Burada hiçbir yazar ve eserini teknik tanımlarla kısıtlamak istemedim. Bir ölünün üzerini üşümesin diye örttüğü için Platonov. İnsana ait en basit sahipliklerin dahi ideye dönüşerek ulaşılamaz, dolayısıyla onu mutlu edemez hale gelmesini bize anlattığı için…
Edebiyat metinlerini diğer metinlerden ayıran; başka bir metni hatırlamak, bilgi tazelemek maksadıyla dönüp okurken edebiyat metnini, özlediğimiz için tekrar okumamızdır. Özlem ise hemhal olunana karşı duyulur. Tanınıp bilinip hissedilene özlem duyulur. Ben de ara ara özlediğim ve dönüp tekrar okuduğum eserlerden ve yazarlardan bahsetmek isterim.
Edebiyatın beni ebeleyip kaçtığı, sonra ardından koşmaya başladığım bir eserdi Genç Werther’in Acıları. Goethe bu eserde insan ruhunun kabuklarını soymuştu. Her eserinde ruhla derdi olan, insanın iradesini kaybettiği o alanda meydana gelen sisi görmeye çalışan, evet sisin bizatihi kendisini görüp anlamaya çalışan Goethe.
Amok Koşucusu’nun yazarı Zweig’a hürmet göstermemem imkansız. Zira o, bilincimizin işleme şeklini kurgulama tekniğine en ustalıkla dönüştüren yazarlardan. Onun eserlerinde kişinin bilinçaltında birikenler birdenbire ortaya çıkar. Ancak birdenbire birikmez.
Kazancakis, Proust, Steinbeck
Bir seyyah olduğunu bize sezdirmesine karşın her metninde gezgin ruhuna tezat, odaklanıcı zihnine şahit olduğumuz; tarih, felsefe ve teolojinin yeniden inşa edilmesine zemin hazırlamak için onlara en cesur darbeyi vuran, merak unsurunu melankolinin içinde eritebilen, birbirine çok zıt görünen gerçeklikleri buluşturabilen Kazancakis… Dışavurumcu bir bakış açısını türkü etkileyiciliğinde yazıya döken Kazancakis’in El Greco’ya Mektuplar, Günaha Son Çağrı eserlerinde yaşamı boyunca izini sürdüğü düşünsel, ruhsal ve ahlaksal yolculuğuna şahit olmak.

Özeti asla çıkarılamayacak eserlerin sahibi, kelimelerle tablo çizen, beş duyu organını işitme duyusuna dönüştürebilen, görmeyi işittiğimiz, koklamayı işittiğimiz, dokunmayı işittiğimiz Proust’un, uyumakla uyanmayı birbirinden ayıramayan karakterinin gözünden sürekli ışığın dansını izlediğimiz, ışığın nesnedeki yansımasının yanı sıra ruhtaki yansımasına şahit olduğumuz Swann’ların Tarafı ilk sırada olmak üzere Kayıp Zamanın İzinde eseri. Tamamen içinde kaybolmak adına…
Edebiyat tarihinde benzerine hiç rastlamadığım o diyaloğun yazarı John Steinbeck. Sonunda ateizmde karar kılmış eski papaz Casy ve hapishaneden yeni çıkmış Joad arasında geçen diyalogla birlikte sırtındaki eviyle ters dönmüş kaplumbağa ne yaşıyorsa, iki kişinin sohbeti esnasında ceketin altından kaçmaya çalışan kaplumbağanın aynı ters dönmüşlük duygusunu bize hissettiren Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanı. Aynı yazarın Bilinmeyen Bir Tanrıya adlı eseri.
Bütün Hepsi ya da Bazıları
Bütün yapıtlarıyla benim yazarım olmasa da Ateş Yakmak’ın yazarı Jack London. İsimsiz kahramanın ateş yakmayı başaramadığı için donarak öldüğü bu metinde, varlığın devamlılığında bilginin mi yoksa içgüdünün mü daha aktif rol oynadığı sorusu kalkış noktası olduğu, bununla birlikte “tecrübenin aktarılamaz”lığı işlendiği için. Buzul çağı, insanlık tarihinde çok geniş bir dönemi kaplamaktadır. Hakeza ateş yakmak yine insanoğlu için sadece ısınmak ve yemek pişirmek pratiğinde değil, sanayi toplumuna varan süreçte kaldırıcı/taşıyıcı olmuştur. Maceranın kahramanı olan isimsiz adam, tek kişide ateşin ve hayatta kalmanın serüvenini, bilgi mi içgüdü mü sorusu üzerinden sürdürürken London da bizim gözlerimizin önünde bir kibrit çaktığı için.
Yalnızca kaçıklar için yazıldığı notunu taşıyan Bozkırkurdu. Hermann Hesse her kitabında olduğu gibi burada da yalnızlığın, özneliğin ihtişamlı heykelini yapabildiği için. Harry Haller, bir duvara aynaya bakarcasına baktırıldığı için.
Her cümlesi ister tek başına öncesiz ve sonrasız okunsun ister diğerleriyle bağıntılı olsun, anlam yoğunluğuyla okuyucuyu kuşatan Wolfgang Borchert’in Ama Fareler Uyurlar Geceleyin kitabındaki bütün öyküler.
Faulkner’in “Döşeğimde Ölürken” romanı. Yaşarken, hayatın cafcafının ortasında birden tabutuna çakılan çivilerin seslerini duyuyormuş hissine kapılan bütün insanların, gelmiş geçmiş bütün insanların duygularına tercüman olan Faulkner. Ses ve Öfke’deki saatlerin tıkırtısını da bize işittirdiği için.
Açıklayamadığım Çocuksu Duygular
Platonov’un 7. Kişi’si, Çukur’u ve Çöp Rüzgarı. Burada hiçbir yazar ve eserini teknik tanımlarla kısıtlamak istemedim. Bir ölünün üzerini üşümesin diye örttüğü için Platonov. İnsana ait en basit sahipliklerin dahi ideye dönüşerek ulaşılamaz, dolayısıyla onu mutlu edemez hale gelmesini bize anlattığı için. İyilik ve kötülüğün itibarının eşitlenmesiyle her düşüncenin uygulayışta kendini yıkar hale gelişini bize gösterdiği için.
Keşiş ve Celladın Kızı. Bir kadının aşkına düşen keşişin bu aşk yüzünden Tanrı’yı nasıl kaybettiğini bize gösterdiği için Ambrose Bierce. Onun Yaşamın Ortasından kitabı. Tam da yaşamın ortasından bize kurşun sıktığı için. Öldürmediğinden ölüm korkusundan da bizi kurtarmadığı için…
Hafız Divanı. İnsan olduğumuz için. Ve Sait Faik’in Alemdağ’da Var Bir Yılan’ı, Füruzan’ın Parasız Yatılı’sı, Nursel Duruel’in Geyikler, Annem ve Almanya’sı. Açıklayamadığım çocuksu duygular nedeniyle.