OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Benim Yazarlarım: Evrenin İkizi Bir Roman

Cihan Aktaş

“Benim Yazarlarım” köşesinin bu sayıdaki konuğu; öykücü, yazar Cihan Aktaş. Yazı dünyasını inşaa ederken etkilendiği yazarlardan ve benim yazarlarım derken kastettiğimizin aslında kim olduğundan söz ediyor.

Kitap okuyan kadın. Jan Veth (1874-1925)

Sevdiğim kitaplar olmasa, yazar olmayı niye isteyecektim? Kütüphaneli bir evde geçti çocukluğum, ayrıca havalinin tek kitap kırtasiye dükkanının üzerinde annemin adı yazılıydı. Kardeşlerimle gazeteleri abonelere dağıtır, geriye kalanları da kasaba çarşısında satardık. 

Okuma yazmayı ilkokula başlamadan önce Saatli Maarif Takvimi üzerindeki yazıları heceleyerek öğrendim. Fotoromanlar, Teksas, Tommiks, Karaoğlan… gibi resimli kitaplar, gazetelerde yer alan çizgili romanlar merakımı artırıyor, hayal gücümü besliyordu. İkindi vakitlerinde bahçelerde kurulan çay sofralarında saz eşliğinde dinlediğim türkülerle ve şiirlerle gelişiyordu kelime dağarcığım. Tabii hep bir öncesi var. 

Televizyonu tanımamıştım henüz, akraba veya komşu kadınlar vardı ve ne güzel anlatırlardı Sabır Taşı, Tuz Masalı, Kerem ile Aslı, Köroğlu gibi masal, efsane ve destanları… Okuma öğrendikten sonra ise babamın evdeki kütüphanesinde bulunan edebiyat kitaplarını karıştırmaya başladım. Sarı sayfalı o kitaplarda yerli ve yabancı pek çok roman ve öyküden örnekler yer alıyordu. Finten, Araba Sevdası… İlkokul ikinci sınıftayken Kaldırımlar’ın tamamını ezberlemiştim. Kemalettin Tuğcu, Jules Verne, Oscar Wilde o yıllarda okuduğum yazarlar. Ve birkaç kitap: Küçük Prenses, Gizli Bahçe, Vahşi Prens, Orman Kitabı, Küçük Kadınlar… 

Köy ve Kasaba Dönemi 

Tavan aralarında kutularla kitap sakladığını düşündüren akrabalarım vardı. Cemal Şakar’ın hazırladığı Sessiz Harfler kitabında yer alan “Eksik Birkaç Harf ve Annem” başlıklı öykümün esin kaynağı, dedemin yaşadığı kasabanın çarşısına yakın konakvari evin tavan arasında bulunan Osmanlıca kitaplar. Daha eskisi hep var. 

Üç dört yaşlarında bir çocukken, Türkçe bilmeyen köylülerin içtenlikli sevgisiyle sarmalandığımız bir dağ köyünde, ilkokula ait lojmanın kullanılmayan odasına yığılı kitap kutularını karıştırmanın verdiği heyecanı hatırlıyorum. Halamın tıbbiyede okuyan oğlunun tavan arasına kaldırılan kitap kutusunda karşıma çıkan Kürk Mantolu Madonna, ismiyle dikkatimi çekmişti, alıp okumaya çalışmıştım. İlkokul çağımda, ne kadar okuyabilirdim ki, ne anladım, hatırlamıyorum doğrusu. 

Büyük halamın Pınaryolu (Divir) köyünde bir tepenin üzerine konumlanan büyük evinin çeşitli raflarında da Gümüşhane’de öğretmen okulunda eğitim gören kuzenlerimin Atsız, Sepetçioğlu gibi yazarlara ait kitaplarıyla karşılaşmıştım. Erzincan’da yatılı okuyan dayım hafta sonu gelişlerinden birinde, her zamanki gibi bir kesekağıdı leblebi hediyesinin yanı sıra Huzur Sokağı’nı getirmişti.

Resimli Roman Ciltleri 

Yaşar Kemal’in bir dizi imzalı kitabı vardı evimizde. İlkokul yıllarımın Refahiye’sinde, Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkant ve Barbara Cartland gibi roman yazarlarının kitapları genç kızların yaşadığı evler arasında değiş tokuş edilirdi. Okullu çocuklar resimli roman ciltlerini dolaştırırlardı aralarında. 

Sahi, bazen babam derslerime engel olacağı gerekçesiyle dükkandan aldığım kitap ve dergilere kısıtlama getirirdi. Buna da kendimce bir çare bulmuştum. Kirada oturduğumuz Rum evinin sahibi olan Bölük Ailesi’nin, sokak üzerinde iki evi daha vardı ve bunlardan birinin bodrumu kullanılmıyordu. Bodrumun aralık kapısından girip bir yere birkaç dergi saklar, fırsat bulunca da yakındaki kavaklığa gizlenip dergileri okurdum. 

Babamı ebedi aleme yolculayalı on yıl oldu. Ölümün getirdiği mesafede onu yeniden tanımaya başladım. Evimizde kız ve erkek çocuk ayrımı güdülmezdi, bunu annem de yapmadı. Babamın ve annemin çocuklarıyla ilişkilerinde sergiledikleri tutum kamusal hayatımda hep güven vermiştir bana. Gazete satmak için kızlarını ve oğullarını birlikte kasaba çarşısına gönderen babam, çocuklarını böylelikle adilane bir şekilde dilin alanına yerleşmeye sevk etti, diye düşünürüm.

Kasabaya epey uzak bir yerde, Pınaryolu civarında bir tavuk çiftliği kurmuştu babam. Biz kardeşleri nöbet tutalım diye sırayla o çiftliğe götürürdü. Bir akrabamızın çalıştığı değirmenin yanındaydı çiftlik, daha ileride köy vardı yine de o ıssızlığa kız çocuğunu nöbetçi olarak götürmek sıra dışı bir davranış gibi gözüküyor. Sanırım mücadeleci ve girişken kişiliklere sahip olmamızı amaçlıyordu. Çiftlikte nöbet tutmaya kitap okuduğum için katlanabiliyordum. Neler mi okuyordum? Çalıkuşu, Acımak, Yaban, Sinekli Bakkal, Yeşil Yıllar, Şahika, Monte Kristo Kontu, Sefiller, Meyhane, Parma Manastırı, Ana (Pearl Buck), Mağrur Kalp diye uzar gider. Bir keresinde babamın ardında motosikletle çiftliğe giderken geçirdiğim kazadan birkaç yerde söz etmişimdir. Rüzgar Gibi Geçti bir sapakta kucağımdan fırlayınca peşinden atmıştım kendimi. Babamdan epey azar işitmiştim. Dizlerim yara bere içinde kalmıştı, yine de o günkü nöbetimi tamamlamıştım. 

Yatılı Okul, Beşikdüzü 

“Evrenin ikizi bir kitap,” der Mallarme. Benim için ise evrenin ikizi bir roman oldu hep. Beşikdüzü Öğretmen Lisesi’nde altı yıl süren yatılı okul dönemimde kütüphane aile sıcaklığına doyururdu. Hüseyin Rahmi, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Halide Edip, Guy de Maupassant, Edgar Allan Poe, Thomas Hardy, Çehov, Şekspir, Dostoyevski, Knut Hamsun, Bronte Kardeşler, Maksim Gorki, Emine Işınsu, Afet Ilgaz… 

Klasiklerin hemen hemen hepsini o kütüphane sayesinde erkence okudum. İngilizce öğretmeni arkadaşım Sebahat Göktaş, yıllar sonra karşılaştığımızda birçok klasik eseri benim tavsiyemle okuduğunu söyledi. “Anna Karenina’yı mutlaka oku, daha sonra bulamayabilirsin,” demişim. Diğer arkadaşlarıma aileleri yiyecek paketleri gönderirdi, bana ise kitap paketleri gelirdi. Bir kitap paketinden Pol ve Virjini’nin çıktığını hatırlıyorum. Siyasal kamplaşma ortamında Atsız’ın Ruh Adam’ından yapığım alıntı üzerine Beden Eğitimi öğretmenimizin bana özel bir ilgi göstermeye başladığını da… Nazım Hikmet ciltleri vardı kütüphanede, okur ve önemser, bazen atıflarda bulunurdum. Bu nedenle eğitim şefi tarafından sorguya çekilmiştim. 

İstanbul, Üniversite 

Bana ayrılan yer azaldığı için hızlıca anlatmak zorundayım artık. Ailem ben yatılı okulun ikinci sınıfındayken İstanbul’a taşınmıştı. Benim kesin dönüşüm ise üniversiteyi kazanınca gerçekleşti. Ümit Aktaş’ın öğrenci bursuyla hazırladığı kütüphaneye zaten aşinaydım. Kuşeyri Risalesi gibi tasavvuf klasikleri, Sartre ve Camus gibi varoluşçu yazarlar yer alıyordu bu kütüphanede. Baudelaire, Garaudy, Kazancakis, Mehmet Akif, Aliya, Kemal Tahir, Necip Fazıl Kısakürek, Ali Şeriati, Malik Bin Nebi, Elmalı Hamdi Yazır, Cemil Meriç, Rasim Özdenören, Sezai Karakoç, Mustafa Kutlu, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Joseph Campbell, Füruğ, Pasternak, Kafka, Joyce, Füruzan, Sait Faik, Üç İstanbul’uyla Mithat Cemal Kuntay, bu dönemde okuduğum ve edebiyata bakışımda da etkili olan bazı şair ve yazarlar. 

Daha Sonrası 

Tanpınar, Thomas Mann, James Joyce, Kierkegaard, Derrida, Deleuze, Foucault, Zizek, Kristeva, Irigaray, İbni Arabi, Filibeli Ahmed Hilmi, yeniden yeniden Tolstoy ve Dostoyevski, Doris Lessing, Calvino, Iris Murdoch, Nurettin Topçu, Jung, Metin Önal Mengüşoğlu, Mehmet Doğan, Ümit Aktaş… Yıllar akıp giderken, yeni kuşaklarla birlikte yepyeni okuma alanları açılıyor. 

Son yıllarda genellikle felsefe, tefsir, şehircilik kitapları ve tarih okuyorum. Gençlik yıllarımda okuduğum klasiklere dönmek için de hep bir zaman arayışı içindeyim.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?