OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Bir Başka Tutunamayan Adamın Öyküsü

İsmail Güleç

Günümüz romancıları içinde başarılı bulduğum isimlerden biri de Ayfer Tunç. Son romanı Osman’ı elime alınca bitirmeden bırakamadım. Ritmini düşürmeden ve okurun merakını artırarak devam ettirmesi bir romancı için çok önemli ve Ayfer Tunç bunu Osman’da çok başarılı bir şekilde yapmış.

Romanın başarılı bulduğum iki özelliği daha var. İlki, kurgusu ve yapısı. Röportaj, anı, günlük, mektup, gazete haberleri ile tamamlanan romanın edebi bakımdan değerlendirmesine girmeyeceğim. Zaten birkaç yıl içinde bu roman üzerine de lisansüstü tezler yapılacak ve çok güzel değerlendirmeler göreceğiz diye düşünüyorum.

Beğendiğim ikinci özellik romanın dili ve Türkçesi. Yazarın dil konusunda hassas olduğu hemen anlaşılıyor. Ayfer Tunç’un Türkçesi bana ilk nesil roman ve hikayecilerimizin Türkçesini hatırlatıyor nedense. Kullandığı hiçbir kelime beni rahatsız etmiyor. Cümleleri uzun da olsa açık ve net. Bunu söylerken Türkçenin en güzel metinlerinden biri olduğunu iddia etmiyorum tabii ki. Cümlelerin düzgün kurulduğu, kelimelerin özenle seçildiği ve akıcılığın bozulmamasına dikkat edildiğini, kullanımlık dil için güzel bir örnek olduğunu ifade etmeye çalışıyorum.

Roman Emek İster

Ayfer Tunç belli ki bu romanı için sıkı çalışmış, her bir ayrıntıyı düşünmüş. Hem kurgularken ve çatıyı oluştururken olayları birbirini açıklayacak ve tetikleyecek şekilde vermesi, hem kişileri iyi seçmesi ve tasvir etmesi, röportajların adeta bir gazetede imiş gibi inandırıcı olması öyle herkesin rahatça yapacağı şeyler değil. Sadece kahramanlar değil, kişilerin hayatlarının bir parçası olan nesneler de çok iyi tarif edilmiş. Sırf o nesnelere bakarak kişilerin psikolojik durumları tahlil edilebilir. Yazarın araya serpiştirdiği ağırlıklı olarak ikinci yeni şairlerine ait şiirler ayrı bir renk katıyor romana. Hele şarkılar yok mu, beni geçmişe götürdüğüne göre ben de yaşlanıyorum galiba. Roman teknik üniversitede profesör olan baskın, ailesinin her şeyine karışan ve yönetmeye çalışan, her şeyin en iyisini bilen bir baba ile İstanbullu bir ailenin kızı ve İngiliz Edebiyatı mezunu olmasına karşın baba tarafından sindirilmiş bir annenin birbirine benzemeyen iki oğlundan büyüğünün tükenişinin öyküsü. Nişantaşı’nda iki hizmetçili dairelerden bir gecekondu mahallesinde iki göz odaya sürüklenen bir hayatı anlatıyor bize. Belki romana adını verdiği için Osman’a dikkat ediyoruz. Aslında daha büyük çerçeveden baktığımızda bir ailenin yok oluşunu, çerçeveyi biraz daha genişlettiğimizde modern ailenin çöküşünü de okuyabiliriz. Ülkemiz maalesef ikinci faza geçti. Şimdi Osman’ın mahallesinin kapıcılarının, bakkallarının çocukları da tükeniyor ve aile toplumun her kesiminde hızla yok oluyor.

Cevabı Okura Bırakmak

Romanda -okurun merakına rağmen- kendisiyle konuşulmayan iki kişi var. Biri Osman’ın kardeşi Teo, diğeri deli gibi aşık olduğu Şebnem. Açıkta kalan soru ise Osman intihar mı etti yoksa kazaya mı kurban gitti? Artık bu sorunun cevabını okur verecek. Eğer yapmış olsaydı Teo’nun ve Şebnem’in gözünden kendilerine hak vermemizi sağlayacak bilgiler bulabilecektik.

Roman için söylenen en meşhur tanımlardan biri onun hayata tutulan bir ayna olduğudur. Ayfer Tunç’un bu romanı da tam olarak bunu yapıyor. Geçen yüzyılın son çeyreğinin İstanbul’unun merkezini gösteriyor.

Roman müzik ve eğlence dünyasının kirli ve karanlık taraflarını anlatırken bize İstanbul’u ve değişimini de gösteriyor. Bunu yaparken insanı, insanımızı, dramlarını ve çöküşleri, hayata tutunmak için verilen kavgaları, politika yapma kolaylığına ve mesaj verme kaygısına kapılmadan kendiliğinden anlatıyor. Bence romanın bir başarısı da bu: Apolitik görünerek politik bir duruş göstermesi. Bu yönüyle de roman sadece edebiyat okurlarının değil, sosyoloji, psikoloji, şehir tarihi ve kültürel çalışmalar alanlarının da konusu.

İyi ve Kötü

Geleneksel okurlar her romanda bir kahraman ve onun karşısına çıkacak ve yok olması gereken bir kötü arar. Başa gelen musibetlerin mutlaka bir müsebbibi vardır. Bu ya talihin yaver gitmemesi yani kahpe felek veya üvey anne, baba, patron, arkadaş veya bir başka kişi olur. Modern romanlarda ise kötülük ve iyilik tüm kahramanlara dağıtılır. İyi karakterlerin kötü, kötü karakterlerin de iyi yönleri olur ve bu durum bizim toptan yargıda bulunmamızı engeller. Çünkü yapılan kötülüklerin mutlaka bir mazereti vardır. Bundan dolayı okur olarak Osman’a da Şebnem’e de kızamıyoruz, sadece içine düştükleri duruma üzülüyoruz. Sanki Osman da Şebnem de kaderin kendilerine verdiği rolü oynamışlar ve ellerinden de başka bir şey gelmiyor. Başlarına gelen kötü olayların mutlak müsebbibi olarak kendilerini göremiyoruz. Çünkü onların trajedisi aynı zamanda ailelerin de trajedisi.

Roman kişileri arasında yaralı olmayan kimse yok. Hayatta yaralı olmayanımız var mı sanki? İnsanı insan yapan da zaten yaraları değil mi? Kimimiz bu yaraları tedavi edebiliyoruz kimimiz ise kronikleştiriyoruz. Bir Müslüman olarak bu yaraları tedavi etmemiz daha kolay. Allah bize “iman” gibi büyük bir nimeti lütfetmiş. Bu sayede önce pişman olup sonra tevbe ederek bu yaralarımızı sarabiliyoruz. Roman kişilerinin hayatlarında inanca dair bir şey olmadığı için yaralarının farkına vardıklarında ne yapacaklarını bilmiyorlar.

Edebiyatın Gücü

Roman birçok bakımdan okunabilir. Ama benim şöyle bir iddiam var. Hiçbir psikolog, anne-babaları çocukları konusunda bu roman kadar güzel uyaramaz, yapılan hataları bu kadar rahat ve net izah edemez. Biz buna edebiyatın gücü diyoruz. Bu özelliğinden dolayı elimde imkan olsa özellikle ergen yaşlarda çocukları olan anne ve babalara bu romanı mutlaka okuturdum.

Roman biraz Masumiyet Müzesi’ni biraz da Tutunamayanlar’ı hatırlattı bana. Osman ise tutunamayan iflah olmaz bir aşık. Üç romanın ortak özelliği ise olayların İstanbul’da geçmesi ve başkişilerin İstanbullu olması. Belki benim Osman’ı bu kadar beğenmemin altında yatan gerekçelerden biri de bu.

Romanı okuduktan sonra aklıma takıldığı için yazmadan ve sormadan edemeyeceğim. Acaba bundan 30-40 sene sonra 2000’lerin başında büyüyen zengin dindar ailelerin çocuklarının da buna benzer hikayelerini okuyacak mıyız? Bu soruya “kesinlikle hayır” demeyi o kadar çok isterdim ki.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?