Dursun Ali Tökel
Bir kütüphaneye girdiğinizde nelerle karşılaşırsınız? Alet edevatı saymazsak, bir kütüphanenin kendisi için yapıldığı şeylerle, yani kitaplarla karşılaşırsınız. Peki, şöyle bir tasavvurda bulunsanız acaba nasıl olurdu: Kütüphaneye bir giriyorsunuz, raflarda kitaplar değil, etrafta o kitapları yazan yazarlar, şairler dolaşıyor; nasıl bir hayal? Mesela İhyaü Ulûmi’d-Dîn’i istiyorsunuz, Gazalî geliyor size “buyur!” diyor. Othello’yu talep ediyorsunuz, bir bakıyorsunuz karşınızda Shakespeare, Leylâ vü Mecnûn okumak istiyorsunuz, Fuzûlî sizi karşılıyor… Kitabı okumak yerine, veya kitabı
okumakla beraber yazar da karşınızda, şair de yanınızda ve onunla sohbet ediyorsunuz! Nasıl ama!
Çok mu ütopik oldu? Hayali fazla mı kaçırdık? Aşırı fantezi peşinde miyiz? “Bu kadar da uçma!” mı diyorsunuz?
Haklısınız tabii, böyle olmaz, olamaz. Yazarlar, şairler fani, kitaplar ise kalıcı. Yunus Emre göçtü dâr-ı bekâya ama Risâletü’n-Nushiye raflarda her daim terütaze bizi bekliyor.
Siz buna hayal diyebilir, mümkün görmeyebilir, fazla uçuk kaçık bulabilirsiniz amma sanatın da kaynağı tam da bu işte: Hayal! Ne diyordu Nedim?
Çünki şâirsin hayâl-i tâzedir senden murâd
Pes yeni bir dilber-i mûmiyan lâzım sana
“Sen bir şairsin, herkes senden taze hayaller bekliyor, (bu yüzden) sana ince belli bir sevgili lazım.”
Sanat işte bu hayallerden besleniyor. Bizim “Başıma icat çıkarma!” veya “Bırak bu hayalleri.” karalamamız, nesillerimizi
de mahvetti, sanatımızı da. Şu anda sanatımızda (eğer hâlâ varsa, kıyıda köşede) o büyük, yaratıcı hayallerden mahrumuz. Sebebi hayal kurmayı küçük görmemizdir.
Mahatma Gandi Kütüphaneye Gelirse
İşte bizim “Olur mu canım öyle şey!” diye yüksek bir ihtimalle alaya alacağımız bu hayal, yani kütüphanede kitabın değil, bizzat onu yazan veya hakkında yazılan kişinin, sanatkarın bulunması harika bir filmin ana ilham kaynağı olmuş.
Yönetmenliğini Rajkumar Hirani’nin yaptığı, “Lage Raho Munna Bhai” (2006) adlı Hint film, işte tam da bize uçuk gelen
fantastik bir düşünce üzerine kurulmuş. Yapımcının ve filmin amacı sadece bir fantezi peşinde olmak değil elbette.
Yönetmen bu harika filmle Gandi’nin temel felsefesini insanlığa mükemmel bir senaryo ve üst düzey kaliteli çekimler ve harika oyunculuklarla anlatmış.
Filmde, radyoda sabahları dinlediği spiker kıza hayran olan, bir mafya üyesi kişi vardır. Bu kişi, her sabah, radyoda bu güzel kızın programını dinlemekte ve ona olan aşkından yanıp tutuşmaktadır. Yanındaki arkadaşına ne olursa olsun bu kızla tanışmak ve buluşmak istediğini söyler, bir yol ararlar. Bir gün bu spiker kız, bir anonsla, haftaya programında Gandi’ye dair on soru soracağını ve soruları bileni stüdyoya davet edeceğini söyler.
Aşık genç, sevinçten çılgına döner ve ne olursa olsun o yarışmaya katılmaları gerektiğini söyler. Arkadaşı Gandi’yi tanıyıp tanımadığı, onunla ilgili on soruya hem de canlı yayında cevap verip vermeyeceğini sorar. Cevap tabii ki olumsuzdur. Fakat bu suç örgütü mensupları tam da kendilerine uygun bir yol bulurlar ve Gandi uzmanı ilim adamlarını kaçırıp bir odaya hapsederler ve bu yolla on soruya cevap verirler.
Gencin sevincine sınır yoktur, programa gidecek ve sevdiği kızla nihayet tanışacaktır. Fakat hiç beklemedikleri devasa bir sorunla karşı karşıya kalırlar. Ya, spiker canlı yayında Gandi ile ilgili sorular sormaya devam ederse ne olacaktır? Adamın Gandi hakkında hiç bilgisi yoktur. Çaresiz kalakalırlar. Tek bir çözüm vardır: Bir kütüphaneye gidip Gandi hakkında olabildiğince çok kitap okumak!
Delikanlı önce buna yanaşmaz, hayatında ne kütüphaneye gitmiş, ne de kitap okumuştur. Fakat başka da bir çıkış yolu bulamaz. Tozlar içinde kalmış
kitaplarla dolu bir kütüphaneye gider, Gandi hakkında bir kitap alır ve başlar okumaya. Okudukça hem anlama problemi yaşar hem de pek çok hayret
onu iğneler durur. Bir iki gün sonra daha vahim ve hatta daha korkunç bir şey olur: Delikanlı kitap okurken birden karşısında Gandi’yi görür. Çoktan ölmüş olan Gandi, hakkında kitap okuyan, kütüphanedeki bir mafya adamının yanına gelmiş ve ona refakat edeceğini söylemektedir. Oradaki paniği, hatta korkuyu, kaçışı görmeniz gerekir.
Peki, bu ne demektir. Ölmüş Gandi kütüphaneye ne diye gelir ki? Bunun için filmi izlemenizi öneriyoruz. Bir büyük insanın felsefesi nasıl orijinal bir yolla anlatılırmış bir görün.
Tarihimizin Büyük Yazarları, Şairleri Bir Kütüphaneye Gelirse
Tabii biz bu yazıyı, bir Hint filmini özetlemek için yazmıyoruz. Asıl yazma sebebimiz, O Hint filmindeki orijinal düşüncenin bizatihi 18. yüzyıl divan şairlerimizden biri olan Şeyhülislam Esad’ın, Sultan I. Mahmut’un, yaptırmış olduğu bir kütüphane vesilesiyle kaleme aldığı bir kıt’asında, çok daha harika bir kurgu ile işlemesi.
Şeyhülislam Esat, hayli orijinal bir kurguyla oluşturduğu şiirinde, kütüphaneye giren bir insanın gözünden anlatır bize olup biteni. Kütüphanede kitaplardan bahsetmez, o kitapları yazan büyük müelliflerden, büyük alimlerden bahseder, tuhaf bir şekilde. Böyle de düşünülebilir mi? Düşünülebilir. Eğer bir kütüphanede, kitaplar değil de yazarlar olsaydı ne olurdu? Bu kütüphane nasıl bir yer olurdu? Mesela acaba bu kütüphanenin hâfız-ı kütüp’ü kim olurdu? Hadi birini seçtik diyelim acaba niçin seçtiğimiz o kişi olurdu?
Şeyhülislam Esat Efendi, bu muhteşem kurguda, şiir boyunca bir takım yazarlardan, büyük alimlerden bahsediyor. Yazımızın boyutunu hayli aşacak. O yüzden bu yazının devamında inşallah onlardan bahsedeceğiz.
Şiiri okuduğunuzda ilk göze çarpan kişi İbn-i Hâzin. Bu kişiyi hiç duydunuz mu? Bilir misiniz? Pek zannetmiyorum. Şair, Sultan I. Mahmud’un yaptırdığı bu muazzam kütüphaneye Hafız-ı Kütüp olarak İbn-i Hâzin’i atıyor, acaba niye? Sonra da ikinci mısrada İmam Fahr’i’den bahsediyor, kütüphanenin reisi olarak, o kim ki?
Emîn-ü hâfız idüp İbn-i Hâzini anda
İmâm Fahri re’îs itdiler o bünyâna
Bu, hakikaten bir kurgu şaheseri şiiri, bir sonraki sayımızda incelemeye devam edelim. Her yazımızda aynı şeyi söylüyoruz: Öyle bir hazine üzerinde oturuyoruz ki… Mesela bana sorsalar bu şiir, ne muhteşem bir filmin senaryosu olurdu. Peki, bunu kim yazacak? Filmi kim çekecek?