OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Bir Ütopya: İçinde Kitaplar Değil, Yazarlar Olan Kütüphane / 2

Dursun Ali Tökel

Geçen sayıda, Şeyhülislam Esad Efendi’nin, I. Mahmut’un yaptırmış olduğu bir kütüphane üzerine yazmış olduğu bir tarih kıtasından bahsetmiş ve yazıya giriş yapmıştık.

Şeyhülislam Esad Efendi, bu kütüphaneyi alelade bir yer veya kütüphane olarak anlatmak yerine, hayli orijinal bir senaryoyla şiirleştirmeyi yeğlemişti. Neydi orijinal olan? Şairin kütüphaneyi, kitapları değil de o kitapları yazanları bahis mevzuu ederek kütüphaneyi anlatmasıydı.

Şiir boyunca, kütüphanedeki kitapları yazan kişilerden yola çıkarak, sanki o kişilerin yaşadığı bir kütüphane hayal etmişti şair ve bizim de bu hayali sürdürmemizi istiyordu. Tabii burada bahsi geçen yazarlar, sıradan müellifler değil; hepsi tarihe mal olmuş çok üst düzey alim/bilge/arif kişiler.

Hafız-ı Kütübü İbn-i Hâzin Olan Bir Kütüphane

Malum olduğu üzere her kütüphanenin bir mesul müdürü olur. I. Mahmut’un yaptırmış olduğu bu olağanüstü kütüphaneye sıradan birini kütüphane sorumlusu olarak uygun görmez şair.

Malum olduğu üzre Hafız-ı Kütübler bugünkü manada müdür, sorumlu kişi denemeyecek kadar kitap, güvenilirlik ve kültür anlamında olağanüstü özellikleri haiz insanlardı. Mesela bir hafız-ı kütüpte aranan bazı özellikler şunlardı:

“Bir emîn ve dindar, müstakîm ve sâhib-i vakãr, kendisine emanet edilen kitaplara hiyanet etmeyecek kimse tayin oluna. Hâfız-ı kütüb olan kimse ilm ü ma‘rifette haberdar olup siyânet-i kütübde bî-ihtiyâr ola. Evrâk-ı kütübü berk-i hazân gibi her tarafa dağıtan bir cahil olmaya.”

İşte şairimizin I. Mahmut’un kütüphanesinin başında gördüğü/ görmeyi hayal ettiği kişi İbn-i Hâzin’dir. 1279-1341 yılları arasında yaşamış olan ve daha ziyade Tefsîrü’l-Hâzin adıyla bilinen Lübâbü’t-Te’vîl fî Me’âni’t-Tenzîl adlı tefsirin yazarı.

Peki, onca alim varken, Esad Efendi neden bu kütüphanenin “emin-i hafızlığına”, bir nevi bugün için kütüphanenin müdürlüğüne İbn-i Hazin’i getirmektedir? Şu bilgi bize bunun sebebini sarahaten açıklıyor: İbn-i Hâzin “Uzun yıllar Dımaşk’taki Sümeysâtiyye Kütüphanesi’nin yöneticiliğini yaptığı için “Hâzin” lakabıyla meşhur oldu.” Malum olduğu gibi “hâzin”, hazineleri koruyan ulu muhafızlara verilen ad idi. Eskiden kütüphaneler bir hazine sayılıyordu zira…

Demek ki şairimiz, bu kütüphaneye öyle rastgele görevliler tayin etmiyor; bu kütüphanenin Emin’i olsa olsa İbn-i Hâzin olurdu, neden? Çünkü daha önce de bu yüce görevi yapmıştı.

Devam ediyor şairimiz, bu muazzam kütüphanede, Hakkında “Arapça’nın özelliklerinin ve kurallarının tespit edilmesinde Ferrâ’nın büyük hizmeti olmuştur. Sa‘leb’in kanaatine göre Arapçayı unutulup kaybolmaktan koruyan odur.” Bilgisi verilen, Miladi 8. yüzyılda yaşamış büyük dil alimi Ferrâ (Yahyâ b. Ziyâd) bu kütüphanenin bir köşesine postunu sermiş oturmaktadır. Postu bırakmak aynı zamanda yerini birine devretmek anlamına da geleceğinden beyitte bu anlamın da var olduğu hesaba katılmalıdır.

Cebîn-sâyî hasiri olup o dergâhıñ
Bırakdı postını Ferrâ kenâra pîrâne

Peki, kütüphanede başka hangi İslam bilim ve edebiyat dünyasının büyük dahileri adeta bir görevli olarak yer almaktadır?

El-Misbah adlı büyük Arapça gramer kitabıyla adeta efsane olmuş Mutarrizî ve kendisinden sonra gelenlerin hep öykündüğü ama bir benzeri yazamadıkları Mâkâmât adlı benzersiz bir dil ve anlatı şaheserini kaleme alan Harîrî bu kütüphanenin “Perdedar” larıdır. Peki, kimdir perdedar? Değişik manaları olmakla beraber saraylarda padişahın perdelerini açmakla görevli kişi. Bu kadar basit değil elbette. Aynı zamanda saray protokolünde de önemli görevleri olan kişidir perdedar ve bu kütüphanenin perdedarları çok manidar kişilerdir: El-Mutarrızî ve Harîrî…

Yazının tamamını Okur’un 13. sayısında bulabilirsiniz: http://bit.ly/3azFXBj

Bu yazıyı paylaş
Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?