OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Biz Değişmediğimiz Sürece Dünyada Herhangi Bir Şey Değişmeyecek

Ahmet Murat – Konuşan: Fatma Kebire Gündüz

Avarelik deyince aklımıza pek de olumlu şeyler gelmiyor fakat kitabınızda görgüsü olduktan sonra avarelikte bir beis yok hatta mutlaka olmalıdır diyorsunuz. Eğitimde eksik bıraktığımız parça bu olabilir mi?

Sanat ve düşüncenin beslendiği kaynaklardan biri bu yönetilebilir avareliktir. Tembellik değil, görünmeyen, göze batmayan bir çalışma biçimidir bu. Tıka basa programlanmış bir çalışma hayatının içinde, temiz hava için açılmış olan menfezlerden bahsediyorum. Bu temiz hava olmazsa, yaratıcılık serpilmez. Çalışmanın semeresi bu avarelik zamanlarında alınır. Biriken her neyse, onu dinlendirmek, havalandırmak, ayıklamak ve birikimin parçaları arasındaki kıvılcımlanmayı sağlamak için buna ihtiyaç vardır. Ha, şunu da söyleyelim: Bahsettiğimiz avarelik, sıkı çalışmayı tamamlayan bir şeydir. Yani avarelikten sonra gelen bir avarelikten bahsetmiyoruz.

Akademik başarı bekleyen yetişkinler sebebiyle sosyallikten uzak, öğrendiğini hayatına aktaramayan gençler yetişiyor. Hoca olarak gözleminiz nasıl? İkisi bir arada yürütülebilir mi?

Sınav sistemimizin sorunları diye başlasak sabaha kadar konuşuruz. Ama hakikaten de sınav sistemiyle ilgilidir sorunların bir kısmı. Bir kısmı da yetenekli ve gayretli öğrencilerin fazla kariyerist olmalarıyla alakalı. Yani muhitin, ailenin öğrenciyi yönlendirmesindeki arızalarla. Üniversiteye hazırlanan öğrencinin ufku, tellere takılı bir uçurtma gibi bir meslek beklentisine takılı kaldığı için açılamıyor, yükselemiyor. Hayata hazırlanmak, yaşama sanatını öğrenmek, akıl ve gönül için gerekli donanımları edinmek, böylece kitaplara, sanatlara, düşünceye ve gündelik hayatın taze ve bereketli
patikalarına sapmak yerine, kontrollü, trafik işaretleriyle bezeli, sıkıcı bir otobanı tercih ediyor. Asosyallikten ziyade ana akıma teslimiyet, otoban insanı olmak bence asıl sorun.

Kitaptaki önemli vurgulardan biriydi. Zamanı farklı yaşadığımız bu günler hayatı anlama noktasında bize bir yol açar mı?

Her günün kârı ayrı. Bugünlerinki de, yarınkilerinki de. Bunun ayrımına varmak bizim değişimimizle ilgili. Biz değişmediğimiz sürece, dünyada herhangi bir şey değişmeyecek. Zamanı büyük dilimler ve badireler etrafında anlamak yerine, en küçük birimiyle, anlar üzerinden anlamak ve kavramak daha doğru. Böyle olunca, şu an, şu dakika bizim için başlangıç ya da bitiş çizgisi haline gelecek. Bu durumda da ders almayı badirelere ve büyük kırılma anlarına ertelemiş olmayacağız. Her an bir badire atlatıyoruz çünkü.

Dini anlama biçimimizden doğan muhtelif yorumların ceremesini en çok çocuklar çekiyor maalesef. Sadece ağır sorumluluktan ibaret neşvesiz, yaşanamayan dindarlıktan yaşanabilir bir dindarlığa geçmek bu kadar zor mu?

Sorumluluk kötü değildir. Çocuklar için de kötü değildir. Yani bence çocuklara sorumluluk yüklemek onları sevmenin bir yoludur ve çocuklar da bunu anlar. Yeter ki, bu sorumluluğu sevgiyle yükleyelim. Bizim kendimizin barışık olduğu bir sorumluluğu, çocukla da barıştırmak kolaydır. Çocuğun içine doğduğu ve yetiştiği ortamı, sorumlulukla bezemek, onun baş edebileceği bir şeydir. Yeter ki, bizim aynı sorumlulukları daha büyük özenle, daha büyük bir ciddiyetle ve neşeyle yaptığımızı görsün. Ama işte öyle olmuyor. Biz aynı sorumluluğu yakınarak -bu yakınmanın sözle olmasına gerek yok-yapıyorsak, neşeye gömülerek yapamıyorsak, çocuk kendisini çağırdığımız yerin pek parlak bir yer olmadığını hemen anlayacaktır zaten. O sorumluluğu yine, büyüklerin sıkıcı dünyasına özgü sıkıcı bir angarya olarak görecektir.

Şehir hayatının hengamesinde yuvarlanırken Allah ile aramızda oluşan mesafeyi kapatmak da zorlaşıyor. Buna dair bir öneriniz var mı?

Allah ile aramızdaki mesafe hiç kapanmaz. O bize şahdamarımızdan daha yakındır. Ha biz bu yakınlığın farkında olmayabiliriz. Kaldı ki şehir hayatı, manevi hayat için daha fazla avantaj barındırır. Tarihe bakın, büyük velilerin neredeyse hepsi şehirlidir, şehirde yaşamıştır. Salgın günlerinde evlere çekildik. Şehir bir hengame olabilir ama onda, içine çekilebildiğimiz, bizim hükmümüzün geçebildiği, gönlümüzce kurgulayabildiğimiz evler var.

Kitap okuru ile kitap oburu arasındaki ince çizgi hayat ile aramızdaki bağı koparmamakta mı saklı?

Kitap oburu, düşünmek için kitaba muhtaçtır. Her şeyi sağlık gözetmeden okuması bu sebepledir. Okumasa, besinsizlikten
öleceğini düşünebilir. Kitap oburu için kitabın rehberliği tartışılmazdır. Okursa, hakiki okursa kendi zihinsel gündemiyle meşguldür. Bu gündem kitaplardan besleniyor olsa da, kitaplara teslim olmayacak bir özgünlük de taşır. Özgünlüğünü kitaplara borçlu değildir. Kitaplardan bahsetmeden konuşabilir, oburun aksine.

Roman yazmayı düşündünüz mü hiç, şiir ve denemeden sonra sizden roman okuma ihtimalimiz de olabilir mi?

Bir roman tasarım vardı ama sonuçlanmamıştı. Ben de notlarımı kaybedince peşine düşmedim. Kafamda, kendisiyle baş etmeye çalıştığım, yazmamak için direndiğim bir iki konu var. Bilemiyorum, nasip.

Okur’un 14. sayısına ulaşmak için: https://bit.ly/2CBpiBG

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?