OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Bize Rumî Derlerdi

Mustafa Bozoklu

Ulus-devlet olma tecrübesi her millete din, dil, ırk veya kültür temelli kimlik tartışmalarını da beraberinde sunar. Bu tartışmalar zaman zaman harareti azalsa da asla tamamen sönmeyen bir ateş gibi Türkiye’nin de gündeminde kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Zira tarihi ve dini bağları ile modernleşme tecrübesi arasındaki gerilimi bu denli güçlü hisseden bir sosyolojinin “Kim olmak?” meselesine kolay bir çözüm bulamayacağı aşikar. Tarihçilerin çalışmalarının yönünü de belirleyen bu husus, Türkiye’de bu zamana dek büyük ölçüde politik olay ve olgular üzerinden okundu. Ancak son zamanlarda yapılan çalışmalar, kültür odaklı kimlik araştırmalarının da dikkate değer bir tarihsel gerçekliğe tekabül ettiğini gösterdi. Kendine Ait Bir Roma eseriyle tarihte Osmanlıların benimsemiş olduğu Rumî kimliğini anlatan Cemal Kafadar, bugün siyasi nedenlerle dışlanan kimi kavramların tarihimizdeki gerçek yerini tespit etmekle kalmıyor; Osmanlı İmparatorluğu’nun modern devletin sığ kimlik anlayışının ötesinde bir çeşitliliği bünyesinde barındırdığını da ortaya çıkarıyor.

Müslüman Roma’da Yeni Rumîler

İlber Ortaylı “Birincisi Pagan, ikincisi Hristiyan iken niçin üçüncü Roma Müslüman olmasın?” diye sorarken hiç şüphesiz Osmanlı ile Roma İmparatorlukları arasındaki tarihi sürekliliğe işaret ediyor. Siyasi bir sistemin varisi olmak noktasında böyle bir süreklilikten bahsedebiliyorsak bunun toplumsal bir yansımasının da olabileceğinden hareket eden Kafadar, Balkanlar ve Anadolu’da, yani İslamlaştırılmış Rum topraklarında Türkler tarafından benimsenmiş bir Rumî kimliğinin varlığına dikkat çekiyor. Eserde Diyar-ı Rum, Rumeli, Rumî gibi kavramların, belirli bir coğrafya içerisinde, nasıl gündelik hayatın içlerine kadar sirayet ettiğini görebiliriz.

Sivil ve Elit bir Kimlik

Anayasaya sıkıştırılmış kimlik tartışmalarının sisleri arasında her ne kadar algılamakta zorlansak da Rumî kimliği tamamen sivil otoritelerce oluşturulmuş, benimsenmiş ve kullanılmıştır. Dönemin şair, müderris veya sufilerinin eserlerinde, göçebe-yörük kültürünü terk etmiş ve şehir hayatına adapte olmuş Anadolu ve Balkan Türklerinin, Orta Asya veya Ortadoğu Müslümanları nazarında Rumî olarak nitelendirildiğini görüyoruz. Bu nitelendirme hem coğrafi hem de kültürel bir içeriğe atıfta bulunuyor…

Yazının tamamını Okur’un 14. sayısında bulabilirsiniz: https://bit.ly/2CBpiBG

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?