OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Bu Dünyaya Susmak İçin Geldik

Abdullah Yıldırım – Konuşan: Handan Acar Yıldız

Sus Yeri ilk kitabınız. Yazmaya nasıl başladığınızdan ve ilk kitaba giden süreçten biraz bahseder misiniz?

Klasik aslında. Lisede edebiyat öğretmenim Ahmet Şener -buradan selam ederim kendisine- “Senin yazma kabiliyetin gayet iyi, değerlendirmelisin bunu.” demişti. Yolculuk böylece başladı. Kitap süreci ise her zaman içimde var olagelen bir istekti. Bu kitapta da yer alan “Uzunlu, Kısalı” öykülerimi ilk Ömer Faruk Dönmez okumuş, “Bu hoş edayı nereden aldın?” demişti. Sağ olsun. Sonra o öyküleri Edebi Müdahale Dergisi’nde yayımlamıştı. Nehir öykü diyebileceğim o öyküler böylece vücuda gelmiş oldu. Daha sonraları öyküler Fayrap, İtibar, Muhayyel, Temmuz, Postöykü gibi dergilerde boy göstermeye başlayınca kitap da artık geç de olsa şekillenir oldu.

Sus Yeri kitaptaki bütün öyküleri yansıtan bir isim. “Susma” yerine “Sus” yeri demenizin nedeni öykülerin sessizliğe büründüğü zorunlu yer mi, sözün tükendiği yer mi?

Öncelikle bu soru ve tespitiniz için teşekkür ederim. “Susma” fiilini kullansaydım bu tercihen bir sükut olurdu oysa benim anlatmak istediğim zarureten bir suskunluktu. Bana göre cennetten tecrit edilmiş bir babanın çocukları olarak bu
dünyaya söz almaya gelmiş bulunamayız! Esas yurdumuzun hasreti içerisindeyiz. Söz alamadığımız bir yerde ise kitabın ismi Sus Yeri olmalıydı. Sorunun son kısmına gelecek olursak evet, sanat (öykü) sözün bittiği yerde başlamalı.

Sosyal duyarlılık ve edebiyatın kesiştiği yer “Sus Yeri” midir?

Yukarda da izah etmeye çalıştığım üzere “Sus Yeri” olsa gerek. Yani dünya. Ceza yerimiz.

Kitap üç bölümden oluşuyor. Bu bölümlemenin belli bir maksadı var mı?

Öykü türleri ile alakalı bir durum bu. Fantastik ögelerin yer aldığı öyküleri “Başka yerden” daha sokağa yakın hikayeleri
“Günün sonundan” ve tarihi-hikemi diyebileceğim öyküleri ise “Siyaha ve beyaza dairdir” şeklinde kategorize etmeyi uygun buldum.

“Ceset”teki ceset insanlığa mı ait? Gömülme hadisesi bir rutinin parçası gibi anlatılmış sanki.

Açıkçası insanlığa ait bir ceset metaforu olarak düşünüp yazmadım o öyküyü. Bunu doğrusu şimdi siz sorunca fark ettim. İlahi kıssalara atıf olsun diye bir kurgu oluşturdum ve ortaya o öykü çıktı. Finalinde de bir teknik denemeye çalıştım. Aslında ölü iki insanın kendi ölümlerini kavramalarını anlatmaya çalıştım.

Yazının tamamını Okur’un 14. sayısında bulabilirsiniz: https://bit.ly/2CBpiBG

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?