Söyleşi: Necdet Subaşı
Konuşanlar: Hamit Kardaş, Yusuf Temizcan
Din Sosyolojisi alanında yaptığı çalışmalarla bilinen, son yıllarda peş peşe yayınladığı hatıra / günlük türündeki eserlerle dikkatleri üzerine çeken Necdet Subaşı ile, Derdimiz Hayat isimli yeni kitabından yola çıkarak gündelik hayat sosyolojisini, neden anılarını yazmak istediğini, dindarlığın yeni formlarını ve çalışmalarını konuştuk.
Gündelik hayat sosyolojisi son zamanlarda ilgi çeken konulardan birine dönüştü. Sizin de uzun bir süredir bu konuyla ilgilendiğinizi biliyoruz. En son yayınlanan Derdimiz Hayat kitabınız çerçevesinde bu alanı konuşarak başlayalım mı? Gündelik hayat alanıyla neden ilgilenmek istediniz? Buraya odaklanmak bize ne kazandırır?
Gündelik hayat üzerine çalışmaya 2000’lerin başlarında yöneldim. Birbirini takip eden süreçler sonucunda bir merhale kat ettim diyebilirim. Doktora boyunca Türk aydınıyla ilgilendim, belki de oradan başlayan uzun bir hikaye. Türkiye’de gündelik hayatın temel dinamiklerine müdahale edilmesine rağmen İslam kendisini belirgin bir güçle ifade etmeyi nasıl başarıyor? Bu soru beni tahrik etti. O zamanlar literatürde gündelik hayat üzerine Türkçe çalışmalar yok denecek kadar azdı.
Bugün de aslında literatür anlamında zayıfız değil mi?
Yok ama en azından gündelik hayat kavramının teorik bir çerçevesi olduğu artık biliniyor. Yani gündelik hayat ve etnometodoloji yan yana konulabilen kavramlar. Benim harekete geçtiğim günlerde derdim, gündelik hayatın din bağlamında nasıl işlediğini anlamaya çalışmaktı. İşin içinde o dönem sık sık tartışılan laiklik, liberalizm -ki yeni yeni konuşulmaya başlanmıştı-, Türkiye’de sekülerizm ve laikliğin ayrışması, modernleşme, gelenek vs. vardı. Bu bağlamın gündelik hayata nasıl yansıdığını, nasıl işlediğini; daha doğrusu nasıl işletildiğini anlamaya çalışıyordum.
Zaten ilgi alanım ağırlıklı olarak sosyoloji üzerineydi. O zamanlar akademide daha aktif çalışıyordum. Bu alanda ilk teorik okumalarım Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde çalışırken başladı. Muğla Üniversitesi’ne geçtikten sonra kendimi daha da derinleştirebilmenin yollarını aradım. Paris’te çalışırken de bu konuya olan ilgimi devam ettirdim. Ama benim bu konuda yaptığım asıl çalışma, dinselliğin gündelik hayatta nasıl bir form yakaladığını görmeyi amaçlayan “Gündelik Hayat ve Dinsellik”ti. Güzel de oldu. Bu konuya olan ilgim sonra da devam etti. Bu çerçevede Sınırları Yoklamak ve Dini Sosyaliteler yayınlandı. Gerçi Kamusal Maneviyat çok sonradır ama yine aynı bağlamı takip eden bir çalışmamdır. Türkiye’nin gündelik hayat profilinde dinin nereye savrulduğunu ya da nerede sabitlendiğini anlamaya yönelik bir gayret olarak değerlendirilmelidir. Bunun içinde farklı katmanlarda anlamaya çalıştığım İslamcılık, dinin kurumsal dinamikleri olarak ilahiyatlar, imam hatipler ve Diyanet İşleri Başkanlığı aynı çerçevedeki meseleler de yer almaktadır.
Bunlarla beraber hayatınızın önemli kıvrımlarını not ettiğiniz, bazen çocukluğunuzun anılarını bazen sizin için önemli olan bir nesneyi, yeri, kişiyi fragmanlar halinde anlattığınız, günlük demeye dilimizin vardığı kitaplarınız var: Yaz Dediler Anı, Söz Uçar Sızı Kalır, Gerisi Hikaye…
2015’ten başlayarak hemen her gün kendi kişisel tarihimi, içinden geçtiğim belli başlı eşikleri kendi zihin dünyam içerisinde mutlak eğitici olduğunu düşündüğüm karşılaşmaların her birini ayrı birer fragman olarak yazdım. Daktilo, kravat, şalvar, örtü gibi kavramları ele aldım. Yaz Dediler Anı ile başlayan ve önümüzdeki günlerde yayınlanmasını beklediğim Evrengiz ile devam eden bir çalışma zinciri. Evrengiz’de bugüne kadar oturduğum 34 evi anlattım. Arkasından en son kitap olarak planladığım, sanırım ismini paylaşmamda da artık bir sakınca yok, Yaklaşınca Haber Ver gelecek.
İnsanın kendisini övmesi pek de şık bir şey değil ama bunlarla ben doğrusu güzel şeyler yaptığımı düşünüyorum. İçinden geçtiğimiz sürecin daha iyi anlaşılması için doğrudan fail olarak yer aldığım hikayeleri böylece 15 kitapta toplamış oldum. Bunlar ileride nasıl değerlendirilir, kim nasıl tepki verir bilemem ama ben yazmakla çok rahatladım, içimi boşalttım.
2015’te Başbakan Başdanışmanlığına atandım. Aleviler, Romanlar ve dini azınlıklarla ilgili sorumluluklar üstlendim. Bu görev alanım, Türkiye’de dini hayatı daha iyi anlamaya imkan veren gezilere, görüşmelere ve çok özel tanıklıklara fırsat verdi. Bu tarihten sonra da oturup bizim hikayemizi yazmak istedim. Bunlar birer hatırat değil. Ben burada Gündelik hayatın tabi kıldığı hemen her şeyi yazmaya gayret ettim. Okuyanlara sınıfsal dünyamızı, düşünme biçimimizi, kolaycı evrenimizi, dil ve düşünce dünyamızın nasıl inşa edildiğini, hangi kesintilere uğradığını gösteren küçük ama öğretici hikayelerden oluşan bir seri sunmayı düşündüm. Şimdi bunları kısmen de olsa tamamladığım bir tarihte sizinle yeniden konuşuyoruz.
Söyleşinin tamamını Okur’un 17. sayısında bulabilirsiniz: https://www.okurdergisi.com/okuru-nerede-bulabilirsiniz/