|

“Büyük” Romanları Okumak ve Modern Meram

Yasemin Karahüseyin

Modern Meram, romanlarıyla dikkat çeken Erhan Üldes’in Ulysses, Vergilius’un Ölümü, Dönüşüm, Dava, Şato, Orlando, Niteliksiz Adam, Madam Bovary, Don Kişot, Ses ve Öfke, Kayıp Zamanın İzinde, Büyülü Dağ, Ferdydurke gibi “büyük” romanlara alternatif okumalar önerdiği eleştiri kitabı. Üldes, hem romancı hem okur gözüyle bu kitabı “büyük” romanları kutsal yerlerinden indirip okuyucunun göz hizasına yaklaştırma gayretiyle yazmış. 

Modern Meram’a Üldes, Robert Musil’in “Deniyor ki artık büyük kitaplar yok ve yazarlar da artık büyük kitaplar yazmıyorlar…” sitemiyle başlıyor ve bu sitemin peşi sıra Paul de Man’ın modern kavramına dair paradoksuyla devam ediyor. 

Daima Modern Olacak Bir Modern 

Bulunduğu zaman içinde üretilen, zaman ilerlediğinde bu sıfatını kaybeden esere mi, çoğunlukla gelenekselin ve süregidenin karşısında duran ve bazı ölçülere vurulduğunda, alanına yenilik getirdiği düşünülen avangart yapıtlara mı modern denecektir? Bu soruları yazar, eserin kalıcı olarak modern kalamayacağını, zamanla eskiyen eserin onu geleneksel gören bir başka eserle modern olmaktan çıkacağını söyleyerek çürütüyor. 

Bu zihin hazırlığından sonra Üldes, “Hep modern kalacak bir modern olabilir mi?” diyerek tartışmayı moderni anlamak adına başka bir noktaya taşıyor. Modern roman moderniteye getirdiği eleştiriler ve sanayi devrimi ile kentlerde, ulusal kültürle toplum içinde kaybolan insanı birey olarak anlamlandırmasıyla varlığını ortaya koyuyor. “Büyük” romanların ise modern olmayıp buna karşın büyük olması modernitenin vaatlerine kanmayıp, onunla hesaplaşmasından kaynaklanıyor. Modern kavramını sabit bir anlamla kuşatmanın yolu ona derdinin ne olduğunu sormaktan, modernin meramını anlayabilmenin yolu ise postmodernizmin anlaşılmasından geçiyor Üldes’e göre. 

“Kurgularda Kuram, Kuramlarda Kurgu” bölümünde büyük romanları salt metin odaklı okumanın eleştirmenlerin eserleri didik didik etmesiyle -kuramlara bel bağlamadan- mümkün olmadığını söylüyor yazar. Aynı bölümün “Kuramlarda Kurgu” kısmında Barthes’in, Balzac’ın Sarrasine adlı novellasına yazdığı S/Z ile, Bloom’un ise; Chaucer, Dante, Freud, Shakespeare üzerine yazdığı metinlerle kuramlardan doğan yeni kurmaca metinlerle adeta romanları tekrar yazdıklarına işaret ediyor. Yine bu bölümde yazarın, her romancının eseriyle bir kuram oluşturduğu iddiası da parlıyor. 

Ortak Özellik Yok 

Modernist romanların en önemli ortak özelliğinin, ortak özelliklerinin pek olmaması olduğunu söyleyen Üldes, “farklı ortaklık” kavramıyla geleneksel edebi akımların tümünü karşısına almasıyla modernist romanları ortak bir zeminde buluşturuyor. Modernist romanlar yeni bir biçim oluşturmadan, ilkeler koymadan, bir manifesto sunmadan geleneksel romanı farklı şekillerde ama müşterek bir içgüdüyle yıkmayı başarıyor. Bu süreçte, modernizmin büyük eserlerini hazırlayan ve önceleyen eserler içinde Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği’ni, Gogol’un Burun, Palto ve Ölü Canları’nı, Melville’nin Moby Dick’ini, Dostoyevski’nin İkiz, Yeraltından Notlar, Suç ve Ceza, Budala, Karamazov Kardeşler’i eserlerini sayan Üldes, Madam Bovary’i asıl kırılma noktası görerek onlardan ayrı bir yere koyuyor. 

Flaubert romantiklerin kahramanlaştırdıkları Don Kişot’u idealleri peşinde koşan bir adam olmaktan çıkarıp, onun bir budala olarak görünmesini sağlayarak Madam Bovary’i modernizmin kaynaklarını araştıranlar için gidilecek en makul adres olarak gösterir. 

Flaubert, Madam Bovary’yle yahut Bovary ile gerçeklik akımını yaratırken romantizme duyduğu tepkiyi, “romantik ve natüralist yazarların coşkun, duygulanımlı, ağdalı ve süslü anlatımlarına karşılık romanlarını soğukkanlı, temkinli, teknik, düşünsel ve süslemelerden arındırılmış bir dille” gözler önüne serer. Bu da Üldes’i tüm karakter benzeşimlerine rağmen Kafka’nın selefinin Gogol değil de üslubuyla benzeştiği Flaubert olduğu iddiasına götürüyor. 

Varlığı İspat Etme Çabası 

Sanayi hayata yayılmış, hayat kırsaldan kentlere akmış, yaşama biçimleri değişmiş, zaman adeta hızlanmış, kalabalıklar artmış, insan kalabalıklar içinde hayalete dönüşmüş ve yeni başladığı hayata hem uyum sağlamak hem de kırsalda hissettiği varlığını kentte kaybetmemek için, kelimelerini ve hayat alanlarını daraltmak zorunda kalmıştır. 

Gerçekliğin bunaltısında, üretme ve yetişme telaşında düşler bir köşeye itilip yerini insanın en temel ihtiyacı olan varlığını ispat etme çabasına bırakmıştır. Georg Simmel’in ifade ettiği Üldes’in de altını çizdiği “özlü bir şekilde” anlatma ile kelimeler azalıp anlamlarını daraltarak bu çabaya karşılık vermiştir. 

Romantizmin renkten renge soktuğu buğulu karakter artık rağbet görmüyor, kent insanı yaşadığı gerçeklikten kopamıyor, ardı arkası kesilmez sorunların içinden çıkıp elindeki romanın sarıp sarmalayan romantizminde kaybolamıyordu. Karmaşa, belirsizlik, öngörülemeyen gelecek; olay merkezli, akıp giden romanları almış, onların yerine bilinç akışı ile zamandan zamana, mekandan mekana, zihinden zihine sıçrayan, bir sıralama ve açık bir sonla nihayete ermeyen, yaşamı romanlara taşıma gayreti olmayan sıkıcı, okunması zor metinler vermişti. 

Üldes, okurlar arasında bunları bilerek zor ve “büyük” romanlara yaklaşanları “… Söz konusu bilince sahip okur, yapısal ve dönemsel nitelikleri tespit etmeye, romansal ve sanatsal tecrübeleri izlemeye, kaybetmeye ve bundan da zevk almaya şüphesiz daha yakındır.” ve “Kısacası, sürüklenme beklentisini terk eden ve emek harcamaya gönüllü okur için ‘büyük’ romanların çoğu, özellikle Proust ve Musil’in metinleri, romansal bir vahadır.” diyerek Modern Meram’da motive etmiştir. 

Woolf ve Kafka 

Yazarın iki büyük romancı, Woolf ve Kafka için yaptığı değerlendirmeler de kitapta dikkati celp ediyor. Woolf ’un zaman, uzam, bilinç, zihin, kurgu ve diyalogla ilgili sayısız deney gerçekleştirdiği Kendine Ait Bir Oda bir ev hanımının erkek dünyasındaki günlük yaşam mücadelesine indirgenerek, Orlando ise yaşama erkek olarak başlayan şairin dört yüz yılın ardından kadın olarak hayatına devam etmesiyle feminizmin perdesiyle örtülmüştür. Bu perdede Woolf ’un ilgi çekici biyografisi ve intiharı da etkili olmuş, tıpkı Kafka’nın da başına geldiği gibi eserlerinin bir metin olarak irdelenmesini engellemiştir. 

Kafka, Max Brod’a yayımlatmayı düşünmediği eserlerini emanet etmeseydi, Milena’ya duyduğu yüce aşk ve babasıyla yaşadığı sorunlu ilişki bilinmeseydi; James Joyce sembol, bilmece, bulmaca ve şifreleri Ulysses’in içine koyup okuru bunlardan haberdar etmeseydi kutsanmayacak, romanların edebi niteliği gölgede kalmayacaktı. 

Modern Meram’da Üldes’in büyük romanlara dair diğer tespitleri ise okuyucunun iştahını kabartacak şu soruların cevaplarında gizli: Gerçek hayat ve romansal hakikat ayrımı düşünüldüğünde roman hayatın ve yazarın aynası olabilir mi? Eserler tam anlamıyla biyografik olabilir mi? Bir eser için yalın ne demektir? Adorno’nun söylediği “Simgeleştirilmiş olana tekrar tekrar bakmak yerine yazılmış olana üç kez bakmak yeğdir.” sözü neyi anlatır? Bugün gerçekten iyi kitaplar yazılmadığı için hep klasikleri mi okumalıyız? 

Velhasıl; Üldes’in “… ‘büyük romanları’ göğün katlarından alıp daha tartışılabilir bir düzleme indirmek, tekrar ve sadece ‘roman’ olarak görüp onları anlayabilmek, bugüne kadar edindikleri tüm duygusal, sezgisel, imgesel ve biyografik değerleri geride bırakarak salt sanatsal ve tarihsel değerlerine yoğunlaşabilmek mümkün olacak mı?” sorusu kitap nihayete erdiğinde meraklı okuyucuların tecrübeleri ile cevaplanmayı bekliyor. 

Similar Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir