|

Edebiyat ve Yeni Hayat Üzerine

Ulaşılması istenen “yeni insan” ideali gelenekten kopuk bir figürdü. İnsanın nesneyi anlamlandırması da bütünüyle değişecekti. Bu noktadan tekrar günümüze bakınca oldukça tanıdık ancak aynı zamanda ürkütücü bir benzerlik fark etmiyor muyuz?

Melek Tosun

Akademisyen yazar Yunus Emre Özsaray’ın Kökten Uca Bir Kopuş / Modern Türk Edebiyatında Yeni Hayat Tasavvuru adlı son kitabını mercek altına aldım. Henüz ilk cümlelerinde çalışmanın yalnızca büyük ölçekli bir harita olarak değerlendirilmesi gerektiğini, kuş bakışı ile bir güzergâh belirlediğini söylüyor. Meselenin çıkış noktasının Ziya Gökalp’in “Yeni Hayat” kavramlaştırması olduğunu da eklemekte fayda var. 

Kitaptaki meseleleri derine inerek tartışma iddiasında bulunmayıp büyük boşlukların farkında olduğunu, o boşlukları okurun yapacağı yeni okumalar ile doldurabileceğinin inancını taşıdığını da ekliyor.

Dürüstçe başlayan ve bu muhteva ile devam eden kitabın içeriğine baktığımızda Edebiyat ve Kamuoyu, Yeniden Bunalan Yeni Hayatlar, Gerçekliği Yeniden Düşünmek, Hikayesi Yazılmamış Çocuklar: Yeni Dijital Hayatlar gibi birçok başlığın incelendiğini görüyoruz.

Muhammediye’den Modernleşmeye

Modern döneme kadar bizim insanımızı ortaya çıkaran mesneviler ve diğer anlatılar ile ailede dahi edebiyatın iç içe geçtiği bir dönemin varlığı ve bunun üzerine kurulan bir hayat tasviri mevcuttu. Örneğin Yahya Kemal hatıralarında validesinin Muhammediye’yi makamıyla her sabah okuduğundan bahseder. Oysa günümüzde heyhat ki uyanır uyanmaz telefonu eline alıp “sosyal medya okurluğu” yapan bir ebeveyn profili çizmiyor muyuz? 

Modernleşme ile birlikte yalnız Muhammediye’ler yitirilmeyecek, batılılaşma hayranı olan genç tipolojisinin kahramanı da farklılaşacaktı. Esasında kahraman artık Battalnâme’nin atmosferinden değil de Fransız romanının sahifelerinin arasından çıkacaktı. Merhum Sezai Karakoç’un “Çocukluğumuz” adlı şiirini Özsaray tam yerinde alıntılıyor. 

İlk Çatlak ve Dilin Önemi

Şinasi’den sonra Tevfik Fikret kökten uca kopuşun ilk çatlağının isimleri olarak anılabilir. Tedrici değişim süreci başlayınca evvela insan nesne ilişkilerinde yeni bir döneme girilmiştir. Ulaşılması istenen “yeni insan” ideali gelenekten kopuk bir figürdü. İnsanın nesneyi anlamlandırması da bütünüyle değişecekti. Bu noktadan tekrar günümüze bakınca oldukça tanıdık ancak aynı zamanda ürkütücü bir benzerlik fark etmiyor muyuz? Gelenekten kopuk olmanın ve nesnenin bugünkü anlamı üzerine zannediyorum ki bir mısra da biz yazabiliriz. 

Sait Faik Abasıyanık, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa ve diğer pek çok mühim isimler üzerinden “Yeni Hayat’a” dair kapılar aralıyor Yunus Emre Bey. Bunlardan bir tanesi de 28 Şubat hikayesine açılıyor ve çarpıcı ifadeler ile karşılaşıyoruz. 

Yazının tamamını Okur’un 29. sayısında bulabilirsiniz: https://www.okurdergisi.com/okuru-nerede-bulabilirsiniz/

Similar Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir