OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Editörün En Önemli Sermayesi Nedir?

Metin Karabaşoğlu

Bir dönem, yayın hazırlık bölümünde editör ve grafiker olarak yirmiden fazla arkadaşımızın çalıştığı bir yayın grubunda haftalar boyu süren bir kurum içi eğitim programında otuz küsur yıllık editörlük tecrübemi aktarmıştım.

Arkadaşlara sorduğum ilk soru şu oldu: Editörün en önemli sermayesi nedir?

Bekleneceği gibi, arkadaşların aklına ilk gelen, ‘kelimeler’ oldu. Haksız sayılmazlardı. Neticede her kitap kelimelerin anlamlı anlamlı bir bütün içinde biraraya gelmesiyle oluşuyordu, dolayısıyla editörün elindeki asıl sermaye kelimeler olmalıydı.

Onlara dedim ki, kelimeler bizim değil, yazarın en önemli sermayesi. Bestekâr düşünce ve duygularını notalarla anlatır, karikatürist çizgiyle, ressam renk ve çizimlerle. Yazar da kelimelerle başarır bunu. Kelimeler yazarın en büyük sermayesidir; yazdığı bütün metinler kelimelerden oluşur zira. Ama editörün en önemli sermayesi, kelimeler değil, başka birşeydir. O şey acaba nedir?

Şu mu, bu mu diye sürüp giden bir zihin mesaisinden sonra, şunu söyledim kendilerine: Editörün en önemli sermayesi, boşluktur. Yazar duygu ve düşüncelerini kelimelere dökerek metin haline getirir, bizim asıl işimiz ise o metnin en güzel şekilde okunmasını sağlamaktır. Bunun için elimizdeki en büyük sermaye boşluktur ve editörler olarak bizim asıl işimiz metnin en kısa zamanda en iyi şekilde okunup anlaşılmasını sağlayacak şekilde o boşluğu yönetmektir. İster bir kitabın sayfaları olsun, ister kapağı, ister bir derginin sayfaları, ister başka bir satıh; editör önüne gelen metni elindeki en önemli sermayenin boşluk olduğunu bilerek düzenler.

Sonra, örnekler verdim. En başta, kendimizi birer okuyucu olarak düşünmemizi önererek. Bir okuyucu olarak, karşımıza çıkan bir metinle ilgili kanaat ve kararlarımız nasıl oluşuyor? Müzakere ettik uzun uzun. Sıkışık bir görüntüyle karşımıza çıkan, soluklanacak hiçbir boşluğu bırakılmamış bir metni mi okumaya karar veriyoruz, yoksa başlığı, girişi, paragrafları, cümleleri, paragraf ve cümle uzunlukları dinamik biçimde oluşturulmuş; fontu ve puntosu bizi bir an önce okumaya teşvik eder kıvamda seçilmiş; satır arası boşluğu ve satır uzunluğu buna göre düşünülmüş bir metni mi?

Görüldü ki, dünyalar güzeli bir metni insanların okumaktan uzak durduğu bir halde sunmak da editörün elinde; ortalama bir metni rahatça okunan, rahatça anlaşılan bir halde sunmak da. Bunun için, sadece grafikerin değil, editörün de font, punto, satır arası ve uzunluğu, tipografi vs. bilgisi ve görgüsüne sahip olması; ama ondan da öte, bir metni göze ‘oku beni’ mesajı iletecek şekilde sunabilmesi; ana bölümleri, alt bölümleri, yazı başlıkları, altbaşlıkları, paragrafları ve cümleleri ile hem sistemli hem de dinamik bir bütün olarak okuyucunun karşısına koyabilmesi gerekiyor.

Bunu daha iyi anlamanın yolu, okuma sürecinde göz-beyin ilişkisini kavramaktan geçiyor, onu da bir sonraki sayımızda konuşalım inşaallah.

Bu yazıyı paylaş
Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?