Büşra Tümkaya
Kitapta içtenlikle yazılmış tavsiyeler aklımda yer edindi. Yazarın hayat tarzı bir yana, acısını derinlerde hissedebildim. Çünkü fikir, dil, din, kültür farklı da olsa acının evrenselliğine inanırım.
“ …Çünkü akıl hastalığı uzun anlaşılmaz bir uluma gibiydi. Bir sese ihtiyacımız vardı. Sözcüklere ihtiyacımız vardı.”
Terri Cheney, yazarlık motivasyonunu yukarıdaki cümleyle açıklıyor. Cheney, ünlüleri ve büyük sinema stüdyolarını temsil eden başarılı bir avukatken, bipolar bozukluğu tanısıyla hayatı zorlaşıyor. Bipoların, manik ve depresif dönemlerin ardı sıra yaşandığı duygu durum bozukluğu olduğunu öğreniyorum. Michael Jackson’ın bile avukatlığını yapan genç kadın, kariyerinde hızlıca yükselirken, bir süre sonra hastalığını kontrol edemiyor ve avukatlığı bırakıyor. O günden bu güne mücadeleye devam eden Terri Cheney bu konudaki tecrübelerini okurlarıyla paylaşmak istiyor.
İki Uçlu Bozukluk
T. Cheney’nin üçüncü kitabı olan Modern Delilik, “Akıl hastalarıyla yaşama kılavuzu” olma iddiası taşıyor. Bipolar kişilerin damgalanma ve dışlanma korkusuyla, hastalıklarını kabul etmediklerini ya da gizlediklerini öğreniyorum. Bu durum hem kendilerinin hem de çevrelerindeki insanların hayatlarını zorlaştırıyor.

Yazar, zayıf ve güçlü anlarını, çok utandığı veya kendiyle gurur duyduğu zamanları açıkça anlatıyor. Bu şekilde hastaların kaygılarını azaltmayı amaçladığını ve “acının sadece onların tek elinde” olmadığını hatırlatmaya çalıştığını düşünüyorum. Ayrıca bipolar bozukluğu olan kişilere yakınlarının nasıl davranması gerektiğini de madde madde sıralayarak hayatı herkes için kolaylaştırmayı amaçlıyor.
Yıkıcı İçgüdü
Kitaba manik dönemde dürtüselliğinin nasıl arttığını gösteren tecrübelerini paylaşarak başlıyor. Fakat bu tercih, okurun kitabın devamı hakkında yanlış algıya kapılmasını da muhtemel kılıyor. Şahsi değer yargısı ve hastalığın dürtüsel gücü, zaman zaman yazarı evrensellikten uzaklaştırıyor.
Bu da beni rahatsız ediyor. Yine de hastaların manik dönemde ne derece ihtiyatsız, enerji dolu, özgüvenli ve savurgan olduklarını öğreniyorum. Ayrıca hastaların kendilerini en iyi hissettikleri dönemin de bu dönem olduğunu görüyorum. Hayat dolu, konuşkan, gözü kara ve yaratıcı oluyorlar. Bu aşamada kitap bize Vincent van Gogh’un da bipolar bozukluğu olduğunu hatırlatıyor. Sanatçının tablolarından manik ve depresif dönemlerin farkını görebileceğimizi ekliyor.
Çıngıraklı Yılan Beslemek
İlerleyen bölümlerde de bipolar bozukluğun diğer yüzü depresif döneme geçiyoruz. Hastalar küskün, içe kapanık, alıngan ve intihara meyilli oluyorlar. Acının kaçınılmaz olduğunu, bunun aniden ortaya çıkan ve sizi ısıran çıngıraklı bir yılan olduğunu söylüyor. Konuları ilginç örnekler ve benzetmelerle anlatması ilgimi çekiyor. Ardından, bu çevik yılanın sizi ısırması konusunda yapabileceğiniz bir şey olmadığını ekliyor. Fakat tehlikeli olan sizi ısıran çıngıraklı yılanı beslemenizdir, diyor. Yani acıyı yanınızda tutmanız ve geçmesine izin vermemenizdir.
Bipolar bozukluğu olan kişiler depresif dönemlerde bu yılanın kendilerini yutabilecek kadar semirmesine izin veriyorlar. Bu da intihar düşüncesini beraberinde getiriyor. Hem bipolar tanısı konulmuş hastalara hem de onların yakınlarına ayrı ayrı tavsiyeler veriyor. Hastalara temelde, mücadeleyi bırakmamayı ve umutlu olmayı öğütlerken, hayatlarını ejderha diyarına uzanmayan haritalara göre düzenlemelerini salık veriyor. Yani duygu durumlarını bozacak şeylerden kaçınmalarını söylüyor. Yakınlarına ise hastaları sevmekten vazgeçmemelerini hatırlatıyor.
İçtenlikle yazılmış bu tavsiyeler aklımda yer edindi. Yazarın hayat tarzı bir yana, acısını derinlerde hissedebildim. Çünkü fikir, dil, din, kültür farklı da olsa acının evrenselliğine inanırım.