Fazla Farkındalığın Farkındalığı Değersizleştirdiğini Fark Etmek
Sümeyye Çiftçi
Çocuk kitaplarındaki fazla farkındalık da işe yaramıyor. Her şeyin yolunda gittiği ve herkesin inanılmaz iyi olduğu fikri basit bir kurgudan öteye geçemiyor. Çünkü hayat çoğu zaman kitaba uymaz. “Elma” dersem çıkın, “armut” dersem saklanın. “Sonsuza kadar elma. Hep elma.” Ne olur artık saklanmayın.
Aklıma, fikrime, ruhuma grinin hakim olduğu bir gün her renkten kafi miktarda olan sınıfıma “Biraz renkleneyim, gözüm gönlüm açılsın.” niyetiyle uğradım. Çünkü öğrencileri, gri bulutların arasından çıkan gökkuşağı gibidir öğretmenleri için. Ama normal şartlar altında bu çeşitliliğe hakim olan mavi forma rengi, dağ sümbüllü moru ile sarsılmış gibiydi.
Türkçe öğretmenleri öğrencilere kitaplar tavsiye etmiş, tabii bizimkilerde bunu emir telakki edip o allı morlu çocuk kitaplarından edinmiş. Güzel de olmuş. “Okuduktan sonra bana da getirin ben de okuyayım,” dedim. Tabi ortaokul öğrencileri için öğretmene ödünç kitap vermek bir onur olduğu için -lise de bu ayrıcalığı arkadaş ortamına kaptırıyoruz- diğer gün hemen okuyup getirdiler. “Nasıldı?” diye sordum. Sadece “güzeldi,” dediler, başka bir şey demek istemedikleri çok belliydi.
“Güzeldi” kelimesindeki vurgudan ve gözlerdeki parlaklık seviyesinden, kitabın ne anlattığını anlamaya yetecek kadar yıldır öğretmen olduğumu fark ettim. Birkaç kız öğrenci beni mutlu etme kaygısıyla, “Öğretmenim içinde çok güzel öğütler var, çok doğru şeyler yapan çocuklar var.” diye şerh düşmeyi ihmal etmedi. Bu çocukların elinde “Saftirik” ve türevleri tarzında kitapları gördüğümde de “Nasıldı?” diye sormuştum da verdikleri cevapları görmüştü bu gözler. “Hocam sizde okuyun, on numara beş yıldız bir kitaptı, aynı bizi anlatıyordu; annesi de anne de aynı annem gibiydi,” tepkilerini duymuştu bu kulaklar.
Adından Başka Kusuru Yok
Tek kusuru adı olan kitapları hemen okudum tabii ki. İsimleri de “Mükemmel çocuk nasıl olunur?” ya da “Anne babasını hiç üzmeyen, dünyayı kurtaran çocuklar” olsa hiçbir kitap ellerine su dökemezmiş.
Kitaplar, hepsi de İstanbul beyefendisi olan 5-6 kişilik bir arkadaş grubunun iyilik mücadelesini anlatıyor. Mesela kahramanlardan birisinin saçı kötü çocuklar tarafından örgüsünden kesiliyor ve bu kız çocuğu bağırarak ağlamıyor, intikam planları yapmıyor, velisi okula gelmiyor. Bir arkadaşının tavsiyesi ile kesilen saçını “Lösev” benzeri bir kuruma bağışlamaya karar veriyor. Diğeri kendine hakim olamayıp küçük bir çocuğu ittiği için nefes egzersizleri ile öfke kontrol çalışmaları yapıyor. Sonra fakir arkadaşlarına sınıfta para toplayıp ayakkabı alıyorlar, geziye gidemeyen arkadaşları geziden mahrum kalmasın diye kurabiye satıyorlar. Okul kantini, etraftaki marketler, veliler ve idare bunu hiç sorun yapmıyor çünkü herkes seyru sülukunu tamamlamış, itminana ermiş birer yetişkin.
Sokak köpeğini okulda saklıyorlar, hademeler memurlar inisiyatif alıp bu köpeğin arşivde kalmasına göz yumuyor. Kedilere mama alıyorlar falan falan. Bu kadar farkındalık bir sayfaya sığmazken 150 sayfalık büyük puntolu bir çocuk kitabına sığıyor.
Yol Göstermek mi, Hizaya Sokmak mı?
Kitapta bizim hatasız çocukların tam tersi pür hata bir çete de var tabi. Ama onlar bile masum. İyi taraf o kadar sıkıcı ve yetişkin ki kötü tarafta belki biraz çocukluk kalmıştır diyerek o çeteye mensup olmak isteyen oldukça fazla erkek öğrencimin olduğuna eminim. Bir de kitabı okumamayı ve bu kadar harika çocukların varlığından haberdar olmamayı tercih eden bir grup da vardır mutlaka.
Masallarda bile iyiler bu kadar iyi değilken çocuk öykü kitaplarının böyle olması yeni trend. Veliler ve öğretmenler böyle kitapları çok seviyor. Bu tarz kitapların sonunda bir de test olsa ve çocukları sınava hazırlasa harika olur. Parmağını sallamadan, beş kardeşi göstermeden, çocuğun başını okşayarak modern dünya için sorun çıkartmama kurallarını bir kurgu ile sıralarken de dikkat edilmesi gereken şeyler var tabi. Kitaplar anne babaların ve öğretmenlerin ete kemiğe bürünmüş hali gibi ya da öğretmenin ve eğitimimizin kitaba dönüşmüş şekli gibi olmalı. Malum, kitabı çocuklara yetişkinler alıyor.
“Müsaadenizle Çocuklar”
Çocuklar kendilerini bu kadar eksik hissetmek zorunda mı? Çocuk olmak konusunda çıtayı bu kadar yükseltmek çocukların çocuk olma hakkını elinden almak sayılır mı? Böyle eksiksiz kitaplar okuyan çocuklar daha mı çabuk mükemmelleşir, kitap okuma sevgileri de artar mı? Ömer Seyfettin’in, Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarını barındırdığı trajedilerden dolayı uygunsuz bulan uzmanlar; ırkçılığı, organ bağışını, orman yangınlarını, nesli tükenen hayvanları, mülteci sorununu anlatan okul öncesi kitaplarını niye daha iyi bulur, yenilerinin farkı bunlarda anlatılan acının modern olması mı? Çocuklar bu kadar olgun olunca yetişkinlere gerek kalmadığı için onlar da çocuklar gibi takılabilir mi?
Peygamberimiz dönemindeki küçük sahabilerden Rafii’nin başkasının bahçesindeki hurma ağaçlarını taşlayıp yediği Rasulullah’a söylendiğinde, Efendimiz çocuğa uzun uzun ayetler okuyup, belagatlı sözlerle onu uyarmadı, sadece “Yavrucuğum bir daha acıkırsan bana söyle.” dedi sonra da onu doyurması için Allah’a dua etti. Bu olayı ilk okuduğumda bir şeyler eksik gibi gelmişti, sonuçta kul hakkıydı, hırsızlıktı; daha fazlası söylenmeli gibi düşünmüştüm. Çünkü o zamanlar çocuğa ne kadar çok şey verebilirsem, temiz bir sayfayı ne kadar doldurabilirsem o kadar kâr gibi geliyordu.
Halbuki peygamberimiz Rafii’nin çocuk olduğunu biliyordu. Yaptıklarından o sorumlu değildi. Yanlış bir hareket varsa bir yerlerde görmüş olmalıydı. Başkasının bahçesinden meyve alan bir çocuk varsa şayet, uzun uzun ayetlere ve söylevlere asıl o çocuğun etrafındaki yetişkinlerin ihtiyacı vardı.
İnternetten çok iyi anlayan, verdiği cevaplarla herkesi kendine hayran bırakan, çocukerkil evlerde kardeşine küçük annelik-babalık yapan, sınıfta öğretmeninin sağ kolu olan, felsefi metinleri okuyan, gelenekleri eleştiren çocuklar burada. Oyunlarda mızıkçılık yapan, maçı kazanınca çığlık çığlığa bağıran, akşam hava kararınca eve girmemek için kırk yalan uyduran, ödevini yapmayıp öğretmenine “akşam elektrikler gitti” yalanını söyleyecek kadar anda yaşayan, burnuna karabiber çekip hapşuran, kaygan resim kitaplarını paten yapıp evde kayan, sandalyenin altına yatıp üç karış üstünde kalan masanın altına resimler yaparken orda uyuyup kalan, sınıfın en uzun saçlı kızına aşık olup onu görebilme ümidiyle kalem açma kılıfı altında çöpün yanını mesken tutan, teneffüslerde de kızın saçını çekip, çelme takarak ilan-ı aşk ettiğini zanneden çocuklar, neredesiniz? “Elma” dersem çıkın, “armut” dersem saklanın. “Sonsuza kadar elma. Hep elma.” Ne olur artık saklanmayın.