Forster’ın “Tahayyül” Kavramıyla “Bir Noel Şarkısı” Okumak
Ayhan Koçkaya
Gogol’ün “Burun” hikayesini düşsellik bağlamında düşündüğümüzde, hiç kimse bir sabah uyandığında fırından yeni çıkmış bir ekmeğin içinde bir burun olduğunu görmez diyebiliriz. Hayatta birçok şey bizi şaşırtabilir ama ekmeğin içinde burun görmek biraz fazladır.
Roman katı kurallara sahip bir tür değil, ortaya çıktığı ilk günden beri böyle bir tür olmadı. Bu elbette herhangi bir edebiyat eserinin roman olduğu anlamına gelmiyor; kimse bir şiir kitabının esasında bir roman olduğunu söyleyemez. Fakat roman pek de kalıba sığmıyor ve insan “bir roman şu uzunlukta olursa romanlıktan çıkar” veya “romanın içinde tek bir kıta şiir bile bulunmamalıdır” gibi hükümler ortaya koyamıyor. Gelgelelim, katı kurallar içine hapsedemeyeceğimiz romanın tahlilinin ve kimi yapısal özelliklerinin tespiti mümkün.
Kabaca 18. asrın ilk yarısında doğduğunu söyleyebileceğimiz romanın niteliksel özelliklerinin belirlenmesi de aynı döneme denk geliyor. Roman nerede serpildiyse teorisi de orada, ilk romancılardan Henry Fielding tarafından ortaya atıldı ve tartışıldı.
Fielding’in yaptığı başlangıç, sonrasında kapsamlı bir literatürle zenginleştirildi ve zenginleştirilmeye devam ediyor. Sonrasında biz de görmezden gelmedik roman türünü. Örneğin Cemil Meriç “insan ve tabiat arasında”ki “ideal ahenk” ile roman türü arasındaki ilişkiyi kurdu ve Robinson Crusoe romanının “Ben’in apolojisi” olduğunu söyledi. Fakat sistematik roman tahlilleri ve romanın teorisi en geniş anlamda Batı’da, özellikle de İngiltere’de gerçekleştirildi.

Roman Sanatı
Edward Morgan Forster’ın Roman Sanatı (Aspects of the Novel) adlı kitabı yirminci yüzyılda roman kuramına dair en arı duru çalışmalardan birisi. Forster’ın Trinity College’da yaptığı konuşmalardan müteşekkil eseri roman teorisine giriş için son derece mühim bir çalışma. Kitapta “öykü”, “roman kişileri” gibi her romanda karşımıza çıkan fakat en temel niteliklerini belki çoğumuzun düşünmediği temel unsurlara dair akılda kalıcı izahlar buluyorsunuz. Forster’ın konuyu ele alış biçimi en basit kavramların bile yeniden düşünülebileceğini öğretiyor. Örneğin nedir olay örgüsü? Ardı ardına sıralanan olaylar bir olay örgüsü meydana getirir mi? Veya bir romancı roman kişisi hakkındaki her şeyi bilmekte midir?
Kitaptaki temalar bunlardan ibaret değil. Forster öykü, olay örgüsü, kişiler gibi kavramların ardından romana orijinal katkılar sağlıyor ve “tahayyül” veya “muhayyelat”1 (fantasy) gibi bir mefhumun üzerinde duruyor. Bu kısımlarda Forster bize romanın nasıl da ele avuca sığmaz bir tür olduğunu gösteriyor. Romanda tahayyül öğesi okuyucuyu normalde karşılaşmayacağı bir başka aleme taşımak, romandaki günlük hayatın içerisine cinleri perileri sokmak şeklinde özetlenebilir. “Tahayyül eden yazar … şöyle der” diyor Forster: “İşte size yaşamda olmayacak bir şey. Sizden istediğim, önce kitabımı tümüyle kabul etmeniz.” Böylece muhayyil yazar, Forster’a göre “İşte size kendi yaşamınızda geçebilecek bir şey.” diyen romancıdan ayrışıyor. Romanına hayal ürünü unsurları dahil eden yazar esasında günlük hayatı anlatan bir eserin içine tabiatüstü birtakım karakterleri veya olayları dahil ediyor ve romanın (o muğlak) sınırlarını zorluyor.
Kimse Ekmeğin İçinde Bir Burun Görmez
Forster’ın “muhayyelat” mefhumu 19. yüzyıldaki kimi romanlara yeni bir gözle bakmamızı sağlıyor. Bu yüzyılda yazılan bir dizi romanda böylesi öğeler taşıyan protagonist veya ikincil karakter akla gelebilir. Emily Brontë’nin Uğultulu Tepeler’indeki Heathcliff’in gizemli yanlarını bu kavramla daha kolay anlamak mümkün olabilir, zira Heathcliff tabiatüstü varlıklarla iletişim kurmaktadır adeta. Sadece romanda değil hikayelerde de karşılaşırız muhayyel öğelerle. Gogol’ün “Palto” öyküsü bunun önemli bir örneğidir. “Burun” hikayesinin de “Palto”dan geri kalır yanı yoktur. Hiç kimse bir sabah uyandığında fırından yeni çıkmış bir ekmeğin içinde bir burun olduğunu görmez. Hayatta birçok şey bizi şaşırtabilir ama ekmeğin içinde burun görmek biraz fazladır. Demek oluyor ki Forster’ın mahut kavramı aslında birçok romanın içinde yer alır. Sadece İngiliz edebiyatında değil, birçok ülkenin edebiyatında görürüz muhayyel kahramanları veya sahneleri.
Forster’ın “muhayyelat” mefhumu 19. yüzyıldaki kimi romanlara yeni bir gözle bakmamızı sağlıyor. Bu yüzyılda yazılan bir dizi romanda böylesi öğeler taşıyan protagonist veya ikincil karakter akla gelebilir.

Charles Dickens’ın Bir Noel Şarkısı romanı muhayyel öğelerin makes bulduğu en güzel örneklerden biridir. Başkahramanın yaşadığı muhayyel olaylar “Bir Noel Şarkısı”nın omurgasını oluşturmaktadır. Romanın başkahramanı varyemez, pinti ve insanlık düşmanı Ebenezer Scrooge tam üç hayalete maruz kalır romanda: “Şimdiki Noel Hayaleti”, “Geçmiş Noel Hayaleti” ve “Gelecekteki Noel Hayaleti”. Bu üç hayaletten birisi Ebenezer Scrooge’u geçmişe, Scrooge’un henüz bozulmadığı o toyluk ve saflık dönemine götürür.
Gelecek Noel Hayaleti Scrooge’u ölümüyle yüzleştirir, mezar taşını okutur ona. Şimdiki Noel Hayaleti ise Scrooge’a, üç kuruşa yanında çalışan Bob Cratchit’in bir Noel akşamındaki mutlu aile tablosunu gösterir. Onca parası olmasına rağmen huysuzun biri olan Scrooge, kendisinden daha yoksul fakat mutlu bir aile tablosu ile karşılaşır. “Bir Noel Hayaleti” bizlere tamamen değişebileceğimizi, tamamen daha iyi ve yardımsever bir insan olabileceğimizi öğreten bir romandır ve Forster’ın muhayyelat kavramı romanın esas dokusunu oluşturur.
Peki ama bu romanı biraz daha düşünmek gerekmez mi? Ne yapmaktadır bu romanda Dickens? Bir Noel Şarkısı sadece cemiyet düşmanı bir huysuzun hayırsever biri haline gelmesinden mi ibaret? Hem de bir gecede? Dickens neden bu romanda bize büyük bir katarsis yaşatmıyor? Düzen değişmez Bir Noel Şarkısı, sadece ehlîleşir. Kötü birden iyi olur ama roller sabit kalır.
Dickens’taki bu orta yolculuğun büyük oranda dönemin mevcut şartları ile bir ilişkisi bulunmaktadır yani “mise-en-scène”in tarihsel bir yanı vardır. 19. yüzyılda İngiltere’deki başat korku, bir asır önce Fransa’da meydana gelen büyük bir devrimin İngiltere’de de meydana gelebileceği korkusudur. Elbette bu korkunun sağlam temelleri bulunmaktadır; İngiltere’de kent nüfusunun kır nüfusunu 19. yüzyılın ortalarında geçmiş olmasının sebebi kapitalizmin bir yüzyıl öncesine göre daha da gelişmesi ve işgücüne duyduğu ihtiyacın artmasıydı. Bu yüzyılda emekçi sınıf hiç de parlak şartlar altında çalışmıyordu. Bu çok bilindik olguyu tekrarlamaya gerek yok, zira sadece tarih kitaplarında değil edebiyatta da dönemin atmosferi gayet güzel tasvir edilmiştir. Hatta bu döneme has bir edebiyat türü bile gelişir ve “İngiltere’nin ahvali” (Condition of England) romanları bugün de popülerdir. Elizabeth Gaskell’in “Kuzey ve Güney”i Dickens’ın Bir Noel Şarkısı’ndan daha radikal bir örnektir üstelik. Üzerinde ittifak edilen realite, aşağı sınıflar için durumun hiç de parlak olmadığıdır.
Makine Kırıcılar
19. yüzyıldaki bu elim şartlar ve devrimden yana duyulan korku İngiltere’yi bir orta yol bulmaya sevk eder. Örneğin “Luddite Hareketi”nden sonra gelen, 1838 – 1848 arasında etkin Chartist Hareket bu orta yolculuğun önemli bir timsalidir. Luddite Hareketi “makine kırıcılar” olarak da bilinir ve son derece radikal bir harekettir. Uzlaşmaya kapalı bu akımın sonrasında gelişen Chartist Hareket mevcut üretim ve çalışma şartlarını daha tahammül edilebilir bir noktaya çekmeyi başarır ve böylece çok korkulan devrimden kaçınılmış, bir orta yol bulunmuş olur. Yani yine roller sabittir fakat fertler ve sistem ehlileştirilir.
Dickens’ın Bir Noel Şarkısı’nı da benzer bir perspektifle görmek gerekir. Bu romandaki muhayyel öğeler sistemin devam etmesini sağlar. Ebenezer Scrooge’un ölümü Bob Cratchit’in elinden olmaz veya Bob Cratchit bir devrimci figüre dönüşmez. Bu roman hakkında söylenecek daha birçok şey var. Dickens bize şatafatlı medeniyetin köklerinin gayet kirli olduğunu da söyler. (Aynısını Büyük Umutlar’da da yapacaktır daha sonra.) Gelecek Noel Hayaleti Scrooge’u şehrin izbe bir yerine götürdüğünde Dickens, bu izbe muhiti tasvir ederken “Bu çerçöpün, yağ ve kemiklerin altında üreyen gizli sırları açığa çıkarmayı pek kimsenin istemeyeceği aşikardı.” demektedir. Gelgelelim Dickens bu “çerçöpü” üreten mekanizmayı külliyen ortadan kaldırmayı istemez, tahayyül öğesi ufak bazı dönüşümlerin hizmetindedir. İşte bu sebeple biz bir katarsis yaşamayız, olsa olsa iki damla gözyaşımız akar.
Dipnot:
1 Kitapta bu kelime “düşsellik” olarak tercüme edilmiş.