Fuzûlî, Hâfız’ı Nasıl Çevirmiş idi?
Dursun Ali Tökel
Okur’un 11. sayısında “Şeyh Gâlib Der ki: Bizim de Çeviri Ahlakımız ve Estetiğimiz Vardı” başlıklı bir yazımız yayınlanmıştı. Orada şöyle bir yargıda bulunmuştuk:
“Bütün bunlardan şu anlam çıkıyor: Edebiyatımız Arap ve İran’dan etkilenmiş olabilir ama bu “taklit” anlamına gelmez, tam aksine, bırakın bir metin kurmayı, bir metin çevrilirken bile uyulması gereken ahlaki estetik kurallar vardır/olmalıdır. Bu kurallara titizlikle uyulması gerekir. Mesela İran sanatkarı bir tahkiyeli eserde cinselliği aleni anlatabilir ama biz Türkler bunda kaçınmalıyız, çünkü Şeyh Gâlib’e göre İranlılar “âdâb” gözetmezler. Victoria Holbrook da bu inceliğe dikkat çeker: “Nizâmî’nin de Nâbî’nin de romanları bir düğün sahnesiyle biter. Şâir (Gâlib) belki de bu ‘mutlu sonu’ Türk romansı için kabul edilemez bulmaktadır. Gelenek İranlı öncellerin izlenmesine izin veriyorsa da, bu Türk estetiğine ters bir yoldan yapılmamalıdır, der.”
Bizim anlatılarımız ile onun kopyası olduğu “iddia edilen” İran anlatılarının “estetik yapısı, dünya görüsü ve değer yargıları, toplumsal normları, insanlar arası ilişkileri” açısından ne kadar farklı olduğunu anlamak için bu çevirilere bakmak gerekiyor.
Şerifî’nin Şehnâme Çevirisi’ndeki Özellikler
Şerîfî’nin 16. Yüzyılda Mısır’da Kansu Gavri için yaptıgı Şehname çevirisinden bir örnek vermek istiyorum:
Şehname’ye göre Feridun, yaşlandığında üç çocuğuna dünyayı paylaştırır. Batı’yı, oğlu Selm’e; Doğu’yu, oğlu Tur’a; İran ülkesini de en küçük oğlu İreç’e verir. Fakat Selm, babasının bu taksimini hiç beğenmez ve kardeşi Tur’a babasının haksızlık yaptığını ve karşı gelmeleri gerektiğini, en küçük kardeşe İran taç ve tahtının verilmesinin apaçık kayırmacılık olduğu söyler ve onu “babalarına (Feridun’a) isyana” davet eder.
Yazının tamamını Okur’un 15. sayısında bulabilirsiniz: bit.ly/3idf6PP