OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Hikaye Peşindeki Gezginin Kitabı

Ali Görkem Userin

Abdullah Kibritçi’nin ilk kitabı Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor’u bildiğimiz tür tasnifleri içinde değerlendirmek hayli zor. Birkaç türün iç içe geçtiği; hatıratla seyahatin, hikayeyle günlüğün buluştuğu melez bir tür bu. Kitap, yayınevinin gezi/seyahat dizisinden çıksa da işin seyahat kısmı sadece bir vesileden ve çoğu vakit flu bir fondan ibaret. Asıl olansa, Kibritçi’nin insani yardım ve belgesel çekimleri sebebiyle gittiği ülkelerde peşinde koştuğu, adeta yakalamaya çalıştığı insan hikayeleri. O, insanı ve toplumu anlamak için bakıyor gittiği yerlere.

Klasik çerçeve hikaye tarzında olduğu gibi, Kibritçi’nin metinlerinde de anlatıcı; değişmeyen tek bir kişi değil anlatılanların başından geçtiği farklı kişilerdir. Kitabın bütününe baktığımızda Kibritçi’nin kendi hikayesini ve serüvenlerini görürken, 22 ayrı bölüme yakından baktığımızda ise hikaye içindeki diğer hikayeleri ve hakikatleri görürüz. Okuyucudan beklenense onun şahitliklerine ortak olmaktır. Kitabın adındaki yol arkadaşı çağrısı da bu ortak olma halinin bir diğer ifadesi.

Kitabın girişinde Abdullah Kibritçi’nin yaklaşık yirmi kelimelik mütevazı bir biyografisiyle karşılaşıyoruz. Tanıyanlar, onun on parmağında on marifet olan, çok yönlü ve yetenekli biri (nam-ı diğer hezarfen) olduğunu bilirler. Kibritçi’nin 2013- 2019 arasında, bir kısmını birkaç defa ziyaret ettiği Ruanda, Afganistan, Çad, Endonezya, Filipinler, Borneo, Haiti, Burundi, Yemen, Malavi, Suriye, Makedonya, Küba, Nepal, Arakan, Tanzanya ve Zanzibar’da şahit olduğu insan hikayelerinden oluşuyor Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor. Örneğin ilk bölümde Ruandalı Osman’ın hikayesi üstünden bölgedeki Hutu-Tutsi gerilimini, soykırımı ve sömürgeci Belçika’nın ülkeyi ne hale getirdiğini okuyoruz. İlk bölümde olduğu gibi diğerlerinde de kişilerin hikayelerinde ülkelerin yakın dönem tarihi, rafine bir şekilde görülebiliyor. Hikayeler adeta tarihin güncel bir özeti gibi. Bu ise ülkenin ve kıtanın tarihini ve kaderini bilen biri olarak Kibritçi’nin karakterleri ve hikayeleri seçerken gösterdiği hassas yaklaşımın tabii bir sonucu.

Mekanlar, diller, kültürler değişse de kitaptakilerin çoğu yakınlarını kaybetmiş, evinden veya yurdundan ayrılmak zorunda kalmış mazlumların hikayeleridir. Kibritçi, okuyucuyu yaşanılanlara olabildiğince dahil edebilmek için dinlediği hikayeleri tüm detaylarıyla anlatmalarını ister.

Böylece kendisi de hikayenin içine girip bizzat yaşamışçasına hissederek aktarır bizlere. Öte yandan, Kibritçi gittiği yerlerden hikayeler toplamakla yetinmez, aynı zamanda oralarda temas ettiği insanlara da hikayeler ve izler bırakır. Misalen, Çad’a 2014’teki gidişinde, başkent Encemine’den güneye doğru uzun bir yola çıkmadan evvel bir marketin önünde dururlar. Durdukları yerde, tezgahında misvak satan bir adam oturduğu tabureden kalkar ve nezaketen Kibritçi’ye yer verir. Bunun üzerine Kibritçi, kendisine yapılan bu jeste karşılık vererek pazarcılar gibi bağıra çağıra misvak satmaya çalışır ve kısa sürede etrafında küçük bir kalabalık oluşur. Böylece misvak satıcısının “Akşam evine gittiğinde çocuklarına anlatacak bir hikayesi olmuştu. Beyaz bir adam gelmiş, kendi malı gibi tezgahın başına geçmiş ve misvaklarını satmıştı.”

Hayret Etmek İçin Yollara Düşmek

Dördüncü bölüm “Beni Yola Düşüren Şaşkınlık”ta Kibritçi’yi yakından tanımamızı ve bilhassa seyahat tutkusunu ve başka hayatlara merakını anlamamızı sağlayacak ipuçlarını buluyoruz. Kitabın giriş yazısı olarak da okunabilir bu bölüm. O, çocukluğundan başlayarak yürümenin, kendi sınırlarını aşmanın ve dünyada neler olup bittiğini görmenin derdindedir.

Gittiği yerlerde bölge halkıyla kaynaşmak, onlar gibi giyinmek ve farklı görünmemek de Kibritçi için mühim bir detaydır.

İnsanların onu yabancılamamaları, kendi toplumlarından biri gibi görmeleri, onun yanında kendileri olarak kalmaları için elzemdir. Hayret hissiyatıyla erken yaşlarda tanışan biridir o. Başka hayatlar, bambaşka dertler onu hayrete düşürür. Hayretini daima diri tutan bir gezgindir aynı zamanda. Tarihi eserler ve doğal güzellikler değil gündelik hayatın geçtiği yaşanan mekanlar, arka sokaklar heyecanlandırır onu. Buna bir de mazlumların yaralarını sarmak ve dertleriyle dertlenmek eklenince seyahatler manevi bir boyut kazanır.

Kibritçi’nin, mazlum coğrafyaların insanlarının hikayelerine tanık olması için başka ülkelere gitmesi de şart değildir. Şehrimizde, mahallemizde mülteci olarak zor şartlarda yaşayan insanları da bulup temas eder. Afganistan’ın farklı bölgelerinden kaçıp zorlu yolculuklar sonucunda İstanbul’a gelen Afgan gençleri Yenikapı Langa’daki evlerinde ziyaret eder, hikayelerini dinler. Hepsi bir şekilde çalışıp ekmeğini kazanmanın derdindedir. Kimi ailesine para gönderir, kimi evleneceği kız için başlık parası biriktirir. Kitaptaki her metnin tek bir karakter ve hikayeden oluşmadığını da belirtmek lazım. Ana hikayenin yanında Kibritçi’nin orada yaşadıkları ve şahit olduğu başka hikayeler ve olaylar da metinleri zenginleştirir. Örneğin, “Çölde Kırk Gece”, Ahmet Fadıl’ın yanı sıra Doba kampında yaşayan Mebruka’nın hikayesini de içerir. Her karakter, her hikaye hakikatin farklı bir boyutunu açar önümüze.

Yanı Başımızdaki Sönmeyen Yangın: Suriye

Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor’da Suriye’ye üç bölüm ayrılmış. Onuncu yılına giren savaş ülkeyi yerle bir ederken insanlar yeni yaşam alanlarına sürülmüştür, yani artık milyonların yaşadığı çadır kentlere. İlk metinde, savaş başladıktan sonra acil durumlara müdahale edebilmek için eğitim alan Fatma Hemşirenin hikayesine şahit oluyoruz: “Üç çocuğundan biri işkenceyle öldürülmüş, diğeri işkencede akli dengesini yitirmiş, en küçüğü ise bir patlamada bacaklarından yaralanmıştı.” Tüm bunlara rağmen ülkesini terk etmez ve elinden geldiğince insanlara yardım eder Fatma Hemşire. Oysa ona sunulan seçenekler ölmek veya yurdunu terk etmekten ibarettir. Sınırımızın birkaç kilometre ötesinde yaşanan acı ve dramları gördükçe Kibritçi haklı olarak şu soruyu sorar: “Nerede bunları anlatacak insanlar? Belgeselcilerimiz nerede; nerede sinemacılar, haberciler, hikayeciler, anlatıcılar nerede? Bunları tarihe kaydedecek insanlar nerede?”

Farklı coğrafyalara gitse de, Afrika’nın onun için ayrı bir yeri olduğunu hissedebiliyoruz. Hakan Albayrak’ın “Nil’de Bir Sandal” şiirini hatırlatıyor Kibritçi’nin Afrika sevdası: “Asya’ya vurgunum doktor, elimde değil / Afrika’ya da içim gidiyor / buram buram buhara kokuyor düşlerim / ve çöl / ve Madagaskar / vesaire”. 

Fethi Gemuhluoğlu 1950’lerde “Afrika uyanıyor.” demişti. Şüphesiz Afrika’nın uyanışı dünyanın, özellikle de İslam dünyasının Afrika konusunda bilinçlenmesiyle hız kazanacaktır. Bu yüzden, Afrika sevdalısı adamlara öncelik vermeli, geçiş üstünlüğü tanımalıyız. Kitapta yer alan Afrika ülkeleriyle ilgili bölümler bu açıdan ayrıca kıymetli.

Tanzanya’daki albinoları, Arakan’daki yakılmış camileri, Tawi Tawi’de denizlerde su üstünde yaşayan Bajauları, Burundi’deki işitme engelli Müslümanları, Malavi’deki görme engelli kaleci Tarık ve arkadaşlarını, çölde bir başına kırk gün geçiren Ahmet Fadıl’ı ve daha birçok ilginç hikayeyi Kibritçi’nin sahici anlatımıyla okuyoruz. İtiraf etmeliyim ki, kitabı okudukça, Kibritçi’yi azçok tanıyan, onunla yola çıkmış, kamp yapmış, aynı çadırda uyumuş biri olarak -ketum biri olmamasına rağmen- bu kadar hikayeyi nasıl içinde tuttuğuna şaşırmadan edemedim. Çünkü pasaportundaki giriş-çıkış damgaları kadar renkli ve farklı hikayeler var Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor’da. Çoğu hüzünlü bu hikayelerin insana umut aşılayan yanları da var muhakkak. Toparlarsak, okuyanı ciddi bir şekilde yola çıkma arzusuyla dolduran bir kitap bu. Yola çıkmaya, yeni hikayeler keşfetmeye ve yüzleştiği hakikatler karşısında hayretler içinde kalmaya…

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?