Mustafa Özel
Modern tarih, felsefe ve usulünün ana sütunlarından biri saydığım Michelle de Certau, Türkçeye nihayet kazandırılan kilit eserinde, Avrupa’nın Amerika’yı sömürgeleştirme tarzının sonraki dönemler için nasıl bir “dişiye hükmeden erkek” modeli oluşturduğunu şairane bir dille tasvir ediyor.
Sömürgecilik, sömürgecinin askeri, siyasi veya iktisadi gücü ölçüsünde değil, edebi gücü ölçüsünde kökleşir. İktisaden güçlenseniz bile, hikayenizi hâlâ kim yazıyorsa, efendiniz odur. “Tarih” de bu hikayeye dahildir.
Roman Diliyle Siyaset’in “Emperyalizm Tarih Yazıyor!” bölümüne şöyle giriş yapmıştım: “Sömürgecilik ve daha geniş anlamda Emperyalizm, sadece belirli ülke veya bölgelerin doğal kaynaklarına el konması, ekonomilerinin Merkez’e bağlanması değildir. Ülke siyasetlerinin ve bugüne ait her şeylerinin denetim altında tutulması da değildir. Bu gaspın sürekli olabilmesi için, ülke “tarihinin” Merkez’e bağlanması, Merkez’in bakışıyla yeniden yazılması gerekir: Asıl emperyalizm budur.”1
Modern tarih, felsefe ve usulünün ana sütunlarından biri saydığım Michelle de Certau, nihayet Türkçeye (hem de Oğuz Adanır’ın çevirisiyle) kazandırılan kilit eserinde, Avrupa’nın Amerika’yı sömürgeleştirme tarzının sonraki dönemler için nasıl bir “dişiye hükmeden erkek” modeli oluşturduğunu şairane bir dille tasvir ediyor:
“Kaşif Amerigo Vespucci deniz tarafından gelir. Ayakta, giyinik, zırhlı, haçlı bir (erkek) adam olarak Avrupa’ya özgü, anlamlı silahlara sahiptir. Arkasında bir cennete ait hazineleri Batı’ya taşıyacak gemiler vardır. Karşısındaysa ‘Amerika’ adlı yerli bir kadın. Bir hamak üstündeki bu kadın çıplaktır. İsimlendirilemeyecek bir farklılık sergilemektedir. Egzotik bitkiler ve hayvanların ortasında ayağa kalkmaya çalışır. Bu başlangıç sahnesidir. Sıra sıra sütunlara benzeyen bu ağaçlardan oluşan eşik üzerindeki bir anlık şaşkınlıktan sonra fatih, ötekinin bedeni hakkında ‘yazarak’ kendi ‘tarihini’ oluşturacaktır. Bu bedeni, çalışmalarının ve kurduğu hayallerin merkezine yerleştirecektir. Bunu ‘Latin’ Amerika olarak adlandıracaktır.”2
Sömürgecilik Modern Dünya Sistemini Oluşturdu
Sömürgecilik, muhtelif Avrupa uluslarının dünyanın büyük bölgelerini araştırdığı, fethettiği, yerleştiği ve sömürdüğü bir siyasi-iktisadi olgudur. Modern sömürgecilik çağı 1500 dolaylarında Avrupalıların deniz keşifleriyle başladı. Ümit Burnu (1488) ve Amerika’ya gidiş (1492) gibi gelişmelerle deniz gücü Akdeniz’den Atlantik’e kaydı; Portekiz, İspanya, Felemenk Cumhuriyeti (Hollanda), Fransa ve İngiltere ön plana çıktı. Keşif, fetih ve yerleşim yoluyla bu uluslar dünyanın dört bir yanında sömürgeler kurdular, Avrupa kurumlarını ve kültürünü yaydılar.
Saygın bir dünya tarihi ansiklopedisinde bu süreç şöyle özetleniyor: Sömürgecilik (colonialism) geniş anlamda “teknolojik bakımdan ileri bir azınlığın yerli bir çoğunluğa kuvvetle empoze edilen bir siyasi, iktisadi ve kültürel hakimiyet sistemi”dir. Sömürgecilik, imparatorluk kurmanın, Avrupa yayılmacılığının ve modern dünya sisteminin yaratılmasının bir bileşenidir. Kök kelime koloni, Latince “colonie” kelimesinden geliyor ki, “Roma İmparatorluğu için yiyecek üreten tarım toplulukları” demekti. Batı sömürgeciliği daha fazla dikkatimizi çekmektedir zira çok yaygın ve dünya tarihinin büyük kuvvetlerinden biri olageldi.
Alman coğrafyacı Alexander Supan’ın gözlemini esas alırsak: 1900’de Avrupa ulusları ve ABD, Afrika toprağının % 90.4, Pasifik adalarının % 98.9, Asya’nın % 56.5, Avustralya’nın % 100 ve (Kuzey/Güney) Amerika’ların % 27.2’sine kolonyal denetim kurmuştu.3
Emperyalizme Dört Bakış
Emperyalizm, sömürgecilikten daha kapsamlı ve karmaşık bir sürece verilen isimdir. Britannica ansiklopedisine göre, “güç ve hükümranlığı (dominion) genişletmeye yönelik bir devlet politikası, uygulaması ve savunusu”dur. Söz konusu genişleme özellikle doğrudan toprak işgali veya diğer bölgeler üzerinde siyasi ve iktisadi denetim kurmakla sağlanabilir. Her zaman için, askeri veya iktisadi yahut daha incelikli biçimdeki güç kullanımını gerektirdiğinden, emperyalizm çoğu zaman ahlaken menfur sayılmış; keza umumiyetle uluslararası propagandada hasım ülkenin dış siyasetini itibarsızlaştırmak maksadıyla kullanılmıştır.
Modern çağda sömürge esaslı imparatorluklar başlıca üç evreden geçti: 15. yüzyıldan 18. yüzyıl ortalarına kadar İngiltere, Fransa, Hollanda, Portekiz ve İspanya Amerika(lar), Hindistan ve Doğu Hindler’de imparatorluklar kurdular. Bundan aşağı yukarı bir asır sonrasına kadar, emperyalizme karşı şiddetli tepkiden ötürü, imparatorluk arayışında göreli bir sükunet hüküm sürdü. Fakat 19. yüzyıl ortalarından Birinci Dünya Savaşı’na kadarki evrede çok daha şiddetli emperyalistik politikalar izlendi. Bu evrede hem Rusya, İtalya, Almanya, ABD ve Japonya gibi yeni emperyalist devletler zuhur etti hem de dolaylı, özellikle mali (finansal) denetim tercih edilir bir emperyalizm biçimi haline geldi. Emperyalizme dair kuramsal görüşleri dört başlık altında topluyor Britannica:
1. Birinci grup, emperyalizmin gerçekten zahmete değer olup olmadığını tartışıyor. Emperyalizmin kârlı bir iş olduğunu düşünenler beşeri ve maddi kaynaklara, pazarlara, yatırım sermayesine ve fazlalık nüfusa atıfta bulunuyor. Adam Smith, David Ricardo ve John Hobson gibi muhalifler ise emperyalizmin belki küçük bir gruba çıkar sağladığını, fakat bütün ulusun faydasına olmadığını ileri sürdüler. Marksist kuramcılar ise emperyalizmin, kapitalizmin geç bir aşaması olduğunu, ulusal kapitalist ekonominin tekelcileştiğini, böylece (diğer kapitalist devletlerle rekabet içinde) fazla üretim ve sermaye için dış pazarları fethetmeye zorlandığını dillendirdiler. Lenin ve Buharin gibi Marksistler için (tekelci) kapitalizm ile emperyalizm özdeşti.
2. İkinci grup emperyalizmi insan fıtratının, özellikle de devlet gibi örgütlü grupların mahiyetinin bir sonucu olarak görüyordu. Aralarında Makyavelli, Bacon, Gumplowicz gibi farklı gerekçelere sahip şahsiyetlerin bulunduğu (Hitler ve Mussolini gibilerin de onayladığı) bu gruba göre, emperyalizm doğal ayakta kalma mücadelesinin bir parçasıydı; üstün niteliklere sahip olanların kaderi, bütün diğerlerine hükmetmekti.
3. Üçüncü grubun argümanları strateji ve güvenliği öne çıkarıyordu. Uluslar güvenlik gerekçeleriyle veya başka devletlerin aynı şeyleri elde etmemesi maksadıyla, üsler, stratejik maddeler, tampon devletler, “doğal” cepheler temin etmek ve iletişim hatlarını denetim altında tutmak zorundadırlar. Devletler güç ve itibara yönelik doğal arayışlarında kaçınılmaz surette emperyalist olurlar.
4. Dördüncü grup ise manevi ilkeleri öne çıkaran “misyoner” topluluklardır. Emperyalizm sayesinde halklar zorba yönetimlerin boyunduruğundan kurtarılarak daha üstün bir hayat tarzına kavuşturulur.4
Nazım Hikmet Şiirinde Emperyalizm
Otuz yaşında ateşli bir Marksist olarak Nazım, Benerci Kendini Niçin Öldürdü? roman/ şiirinde, sömürge halkların “daha üstün bir hayat tarzına” ne maksatla alıştırıldığına açıklık getiriyordu:
Bir coğrafya hocası dedi ki derste:
‘Senegalli zencinin yegane derdi
yüzünün siyah olmasıdır.’
Bu haber bir velveleyle köpürdü Paris’te,
müstemlekeler nezareti emir verdi,
pudra fabrikaları geçti seferberliğe.
Fransızlar zenciyi pudralayıp aklaştırmaya çalışadursun, İngilizlerin eli armut mu toplayacak?
Paris’te olan işler duyulunca Londra’dan
hemen içtima edip karar koydu Avam
Kamarası:
‘Kıçlarına kuyruk takmıyan Hintlilerin
kesilecek kafası.’
Telsizler daha tebliğ ederken bu
kararı Hind’e
muazzam bir kuyruk tröstü teşekkül etti
Mançister şehrinde.
Felemenklerle Caponlar boş mu dursun:
Kutbu şimalide Eskimolar
görünce bu halleri,
kıça kuyruk takmamak
ve değiştirmemek için deri,
ince Japon fincanlarında
okkalarla Hollanda sütü içmeye
başladılar
Ve bütün bunlar, dünya ticaretini canlandırmak, limanları şenlendirmek, kazanmak ve kazandırmak (!) içindi:
Üstünde uzun katarlar kayan raylar,
bahrimuhitlerin elli bin tonlukları
ham mevat taşıyorlar müstemlekelerden.
Kilometreler
ticaret evleriyle bağlandı birbirine.
Sahrayı Kebir’in ortasında
ilan kuleleri dikildi.
Tröstler kartellerle tokuşuyor.
Balyalar, denkler, çuvallar, kutular
şarktan garba, garptan şarka koşuyor.5
Sömürgecilik Ne Değildir?
Nazım’ın şiirinden yirmi yıl kadar sonra, Aime Cesaire sömürgecilik üzerine meşhur nutkunu irat ederek, öncelikle sömürgeciliğin ne olmadığına açıklık getirdi: “Ne İncil’i öğretmektir, ne hayırsever bir girişimdir; ne cehaletin, hastalıkların ve tiranlığın sınırlarını geriletme arzusudur, ne Tanrı’nın yüceltilmesi için üstlenilen bir projedir, ne de hukuk düzenini genişletme çabasıdır. Sömürgecilikteki tayin edici aktörler serüvenci ve korsan, toptancı ve gemi sahibi, altın arayıcısı ve tüccar, hırs ve güç ve bunların da gerisinde, içsel nedenlerden dolayı, tarihin belli bir noktasında, birbirine rakip ekonomiler arasındaki rekabeti dünya ölçeğinde yaymaya kendisini zorunlu hisseden bir medeniyetin şeytani gölgesidir.”6
Cesaire, hiç kimse “masum amaçlarla” sömürgeciliğe soyunmaz ve yaptıkları da hiçbir sömürgecinin yanına kâr kalmaz, diyor. En medeni sömürgeci bile insanlıktan çıkar. Sömürgeci fetih, sömürgeciyi dönüştürür; vicdanını yatıştırmak için “öteki insanı bir hayvan gibi görme eğilimi içine girer ve kendini ona hayvan gibi davranmaya alıştırır.”
Bu süreç kaçınılmaz olarak sömürgecinin bizzat kendisini de bir hayvan gibi görmesine yol açar. Modern siyaset felsefesinin kritik görevlerinden biri, bu gerçeği yaldızlamaktır. Nazım’ın dizeleriyle:
Anam güldü.
Ve birdenbire küçücük kafam
yukardan düşen bir kitabın
yapraklarıyla örtüldü.
Kitabı kafamdan atıp yukarı baktım:
Britanya bankalarının localarından
filozoflar:
tonlarla yazılı eserlerini
üstümüze fırlatıyorlar
Sadece filozoflar değil, şair ve romancılar da. “Kendi hikayemizi kendi kelimelerimizle” yazmamız bu yüzden çok önemli. Otomobilden önce hikayemiz olmalı “yerli ve milli.”
Dipnot:
1
Mustafa Özel: Roman Diliyle Siyaset, İstanbul: Küre, 2018, s. 246.
2
Michelle de Certau: Tarihyazımı, Ankara: DoğuBatı, 2020, s. 11.
3
David Levinson: “Colonialism,” Berkshire Encyclopedia of World History, ed. W. McNeill et al, 2nd Edition, 2010, s. 602.
4
www.britannica.com, 1 Mayıs 2020.
5
Nazım Hikmet: Bütün Şiirleri, İstanbul: Yapı Kredi, 2011, s. 306.
6
Aime Cesaire: Sömürgecilik Üzerine Söylev, İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2005, s. 67.