OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

İçinden Çöp Arabası Geçen Dünyanın En Sahici Sahnesi: Sokaklar

S. Bilgehan Eren

Sokak, bir anlamda serbest piyasaya, piyasa müziğine başkaldırı idi. Bir direniş ve direnişle beraber sanatkarane bir dirilişti.

Doğup büyüdüğüm mahallenin, Kadıköy çarşı ve Bahariye’ye yakın olmasından sanırım, çocukluk ve gençliğim bu yakınlığın sağladığı farklı deneyimlerle geçti. Bunlardan birisi de pul koleksiyonu maceramdı. Çocukken kazandığım yahut elime geçen tüm parayı, pullara yatırırdım. 80’lerin ortasında pul satın almak için (o yıllarda Süreyya Sineması), şu an Süreyya Operası olan binanın hemen yanındaki duvar dibinde, demirlerin önüne tezgahını açmış yaşlı amcaya giderdim. Bazı antika eşyaların yanında pul da satardı. Param yettiği kadar pul alır, eve dönerdim. Bir gün yine pul almak için gittiğimde, amcanın orada olmadığını gördüm. Lakin 60 yaşlarında başka biri vardı. Aynı demirlerin önüne, 30-40 kadar kitap dizmiş, birkaçını da elinde tutarak şiir okuyordu. Uzaktan izlemeye başlamıştım. Bu şair amca, kendi şiirlerini okuyor ve kitaplarını satmaya çalışıyordu. Çevreden çok az insan teveccüh gösteriyordu. Bu sahne beni çok etkilemişti, neredeyse bir saate yakın kalmıştım. Amcaya üzülmüş, şiir meselesi ise başlı başına bana hüzünlü gelmişti. Demek ki şiirin ve şairin, ilk ve son durağı sokaklardı. 

Yıllar Sonra Öğrendiğim İsimler 

Sonrasında yine benzer hissiyatları 90’ların başında yaşadım. Kadıköy çarşıda, Bahariye’de ve özellikle Kadıköy’deki Beşiktaş iskelesinin ilerisinde bulunan, (kuşçuların da olduğu) hasır iskemlelerde. Buralarda birileri canlı müzik yapıyordu. İlk aklıma gelen şeylerden biri öğrencilerin, zira 500 metre geride konservatuar vardı, ders aralarında buralarda çaldığı yönündeydi. Zamanla öyle olmadığını anladım. Kadıköy’den sonra üniversite öğrenciliğim yıllarında da İstiklal caddesinde sokak müzisyenlerini gördüm ve bu anılarımı şu an hatırlamama vesile olan Sedat Anar’ın Sokağın Sesleri isimli kitabı sayesinde de bazılarının isimlerini öğrendim. Özellikle Mümin Amca ve Paganini Bülent Amca… 

Kitaptan bahsetmeden, kitabı okuyup bitirdiğimde zihnimde canlanan Mustafa Kutlu’nun Ya Tahammül Ya Sefer isimli eserinden, öncelikle bir iktibasa yer vermek istiyorum: 

“Durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiğini yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? En acı kayıp budur: Gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatta, zaruretle uyuşmaları… Filozofun öğüdü bütün hayatımızda takip edeceğimiz en esaslı metottur: Uzun yolu seçiniz…” 

Zorlukları Göze Almak 

Kendisi de bir sokak müzisyeni olan ve Ankara’da 2007-2014 yılları arasında sokaklarda müzik yapan Sedat Anar’ın, sokak müzisyenleriyle yaptığı söyleşileri okuduğumda, zihnimde beliren en güçlü cümlelerden birisi buydu. Sokağı seçenlerin, “uzun yolu seçenler” olduğunu düşündüm. İdeali, taviz vermemeyi, zorlukları göze almayı, gerçek anlamda sanata ve müziğe gönül verenler olduğunu hissettim. Sokak, bir anlamda serbest piyasaya, piyasa müziğine başkaldırı idi. Bir direniş ve direnişle beraber sanatkarane bir dirilişti. Elbette bu şerhi, -özellikle 2010’lardan sonra sayıları fazlaca artan- sokakta her müzik yapan kişi ve grup için değil de, Sedat Anar’ın da adını andığı isimler kaydıyla söylüyorum. Çünkü onların hikayelerinde gerçekten de sanata-müziğe karşı duyulan samimiyeti anlıyor insan. Kitaba sokak müzisyenleri ile yapılan söyleşiler vesilesiyle giriş yaptık fakat aslında eser, iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Sedat Anar çok da güzel bir şey yapıyor: Osmanlı’dan günümüze sokak müziği hakkında malumat veriyor. En önemli kaynağının Bülent Aksoy’un 1994 yılında yayımlanan Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musiki adlı kitap olduğunu da belirterek, verdiği bilgileri tamamen referanslandırarak aktarmış ki bu bölümü yazarken ciddi bir okuma-araştırma yaptığı göze çarpıyor.

Günün sonunda 90’ların “pop star”larından birçoğunu hatırlamazken, bir asır öncesinden Münir Nurettin’i anıyorsak, gerçekten de emekle, bilgiyle, sevgiyle, uzun yolu seçenlere selam olsun.

Bu ilk bölümde; Karacaoğlan, Dadaloğlu, Dertli, Köroğlu, Seyrani gibi halk ozanlarının gezgin oldukları için ilk sokak müzisyenleri olduğunu belirtirken, Osmanlı’daki mesire yerlerinden şenliklerde yapılan müziklere kadar geniş bir yelpazede ele alıyor meseleyi.

Kitapta, sokak müzisyeni Romanlara, gayriresmi çalıcı mehterlere, İstanbul’daki Ramazan ve Hıdırellez kutlamalarına, bir sokak eğlencesi olan “laterna”lara hatta sokakta şarkı söyleyerek satış yapan seyyar satıcılara kadar, sokak müziğiyle ilgili geçmişteki birçok ayrıntıya yer veriyor ki genel kültür açısından besleyici olduğunu düşünüyorum. Ayrıca “Bay Santur” olarak Sedat Anar, santurun da Osmanlıdaki izlerini sürüyor ve bir saray çalgısı olduğunu, Santuri Ali Ufkî Bey üzerinden delillendiriyor. 

Eserin 38. sayfasında, “Türk müziğini ayağa kaldıran müzisyen” olarak anılan Münir Nurettin Selçuk’a da değinen Sedat Anar, Münir Nurettin’in Türk müziğine tek başına konser verme geleneği ve musikiyi saygı ve ciddiyete kavuşturan yepyeni bir ekolün doğuşu olduğunu, koro eşliğinde solo okuma geleneğini de getirdiğini aktarıyor. Tüm bunları şu sebeple dile getiriyorum, yukarıda da ifade ettiğim gibi kitap, müzik notalarından anlamayan biri için bile, genel kültür ve yaşam farkındalığı açısından oldukça tatminkar. 

Sokağa İnmek 

Kitabın ikinci bölümüne, yani sokak müzisyenleri ile yapılan söyleşilere tekrar gelirsek, Sedat Anar’ın sokakta müzik yapan kadın ve yabancı müzisyenlere ayrı başlıklar açmasını göz önünde bulundurursak, bu ikinci bölümün de üç alt başlık hâlinde olduğunu ifade edebiliriz. Lakin şunun da altını özellikle çizmek isterim; kadın da olsanız, erkek de olsanız, yabancı da olsanız, hangi ülkede olursanız olun hatta, sokakta müzik yapmanın hem ortak bazı zorlukları hem de ortak bazı güzellikleri olduğunu bu röportajlarda görüyorsunuz. Ayrıca burada bir not da, söyleşilerdeki kişilerin çoğu ya Sedat Anar’ın arkadaşları, yahut direkt birlikte bir dönem sokakta müzik yaptığı insanlar. 

Kitabın önsözünde; “Türkiye’de insanların büyük bir çoğunluğu zarfla ilgileniyor, mazrufa bakmıyor. İşte tam da buna karşı çıktım hep.” diyen Sedat Anar, bu kitapta bizi mazrufla tanıştırıyor. Bizon Murat’tan Özgür Yalçın’a, Murat Süngü’den Tuncay Korkmaz’a, Duygu Demir’den Özge Unkap’a, Benjamin Stein’dan Zakaria Haffar’a ve daha birçoklarına kadar… 

Beni özellikle 80’lerin hemen başında, “dallas, dallas!” diye bağırıp peşinden şarkı patlatan, çocukluğumdaki “Mısırcı Dallas Osman Amca”nın mahalledeki sesine; gençliğimin caddelerine-meydanlarına, anılarıma götüren kitabın, değerli gördüğüm bir noktası da, müzik üzerinden İstanbul ve Türkiye’nin bir bakıma son 30 senelik sosyolojisi olması. Ve altını çizmek istediğim son not da; sahici insan hikâyelerinin, sahici insanlara her zaman dokunması. 

Günün sonunda 90’ların “pop star”larından birçoğunu hatırlamazken, bir asır öncesinden Münir Nurettin’i anıyorsak, gerçekten de emekle, bilgiyle, sevgiyle, uzun yolu seçenlere selam olsun… İnsana, emeğe ve sanata saygı ile…

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?