OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

İnternet Çıktı Mertlik Bozuldu

Kitap, kitabevi, sahaf denince akla gelen ilk isimlerden Ali Birinci, kitabın merkezde olduğu kültürel ortamın kayboluşundan dertli. Kendisiyle sohbetimizde bu değişimin nelere yol açtığını şöyle anlattı:

“Bugünlerde sahaflık yok, onu söyleyeyim. Sahaf dediğin üç unsuru bir araya getirir: Kitap, kitapçı ve müşteri. Sahaflıkta aynı zamanda bu üç unsur arasında kalbi yakınlaşma vardır. Klasik sahaflar müşteriyi ‘pahalı kitap satılacak insan’ olarak görmezdi, birine ayırdığı kitabı sırf daha fazla para veriyor diye başkasına satmazlardı. Kitabın yerine gitmesini isterlerdi. İnternet bu kültürü tamamen bitirdi çünkü sahaflar aynı zamanda birer sohbet meclisiydi.”

Hayatının büyük bölümü Ankara’da geçen Birinci, başkentin eski sahaflarını anlatırken bugün çok az kişinin hatırladığı Kocabeyoğlu Pasajı’na özellikle dikkat çekti:

“1958’de Sahaf Turhan Polat, Kocabeyoğlu Pasajı’nın caddeden girişte sol koridorda bulunan duvar raflarını kiraladı. 1962’de aynı yerde kiraladığı üç dükkanın birleştirilmesinden teşekkül eden geniş dükkanda 1987 senesine kadar yirmi beş sene sahaflık ve son senelerde de yayıncılık yaptı. Bu arada 1962’de askerden dönen Salih Elhan da burada Urfalı Mustafa Turgut Koraltan’ın yanında çalışmaya başladı. 1963’te burada yine bir dükkanı bulunan Mehmet Baykal’ın ortağı olduktan beş-altı sene sonra ilk iki koridorun birleştiği küçük dükkânı kiraladı. O dönemde aynı yerde bulunan bir diğer sahaf da Aydın Sami Güneyçal’dı. Pasaja ilk senelerde şişeciler tarafından hayli eski kitap taşınıyordu. 1980’den itibaren bu güzel devir birdenbire sona erdi. Salih Elhan 1980’de Zafer Çarşısı’nda bir şube açarak daha çok orada bulunmaya başladı, Aydın Sami Bey İzmir Caddesi’nde depo olarak elinde tuttuğu Öztuğ Pasajı’ndaki dükkana geçti. Turhan Kitabevi’nin de ayrılmasıyla Kocabeyoğlu Pasajı büsbütün terlikçilere ve çamaşır mağazalarına teslim oldu. İkinci bir sahaf merkezi olarak ortaya çıkan Zafer Çarşısı ise hiçbir zaman Kocabeyoğlu’nun yerini tutamadı.”

Başrolünde kitabın olduğu mekanlarda tanıdığı ilginç karakterleri sorduğumuz Birinci, sahaflarda gezen çoğu insanın zaten enteresan olduğunu söyledikten sonra bizi “Kürt Hoca” ile tanıştırdı:

“Kürt Hoca, Hacıbayram’daydı. Kitaba dair hiçbir şey bilmezdi, eski yazıdan da anlamazdı fakat göz kararıyla çok iyi esnaflık yapardı. Siyah sakalları göbeğine kadar inen, küçük gözleri yuvarlak yüzünde ışıl ışıl parlayan bir adamdı. En büyük zevki, öğlen olunca Hacıbayram’ın ünlü dönercisi Nazım Usta’da döner yemekti. Kitaplarını bir kahvede saklardı. Gelenlere “Kitabın ismini oku.” derdi, oradan türünü anlar ve tahminen bir fiyat belirlerdi. Hacı Bayram’ın avlusunda olduğu için dışarıdan çok kitap gelirdi ona. Bir defasında Yozgat’tan Hulusi Akyol Hoca’nın (Taha Akyol’un dedesi) kütüphanesini kaldırmıştı, o kitaplardan inanılmaz paralar kazandı, çok iyi yazmalar vardı çünkü aralarında.”

Ali Birinci’ye göre kitap aramak, kimi zaman bulmaktan daha keyifli bir süreç:

“Ankara’da birkaç profesör kaldı kitap peşinde koşan, eskiden elindeki son parayı sahafa bırakıp giden memurlar vardı. Bir kısmı internetten alıyordur belki bilemiyorum ama kitapçı gezmenin, kitap aramanın apayrı bir tadı var. Kitap bulmaktan daha koyu bir lezzettir onu aramak, kırk yıldır aradığım kitaplar var benim.”

İnternetin klasik sahaflığa büyük darbe vurduğunu söyleyen Birinci, buna rağmen sözlerini bitirirken bir hakkı teslim etmekten de kaçınmadı:

“İnternet çıktı mertlik bozuldu. Nadirkitap.com’a bakıyorum, bazı kitaplara çok saçma fiyatlar koyuyorlar, ya tutarsa mantığıyla müşteri avlamaya çalışıyorlar. Batıda bu tip ölçüsüzlüklere pek rastlanmıyor. Ama işin güzel bir tarafı da var, tüm sahaflar tek bir dükkan gibi önünüzde ve bir kitap eğer piyasadaysa onu hiç zahmet çekmeden bulabiliyorsunuz.”

Bu yazıyı paylaş
Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?