OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

İyi Kitaba Giden Zahmetli Ama Keyifli Yollar

Turgay Bakırtaş

İyi futbolcu, iyi müzisyen, iyi siyasetçi, iyi oyuncu, iyi yazar… Bunlar devamlılık isteyen, sürekli gelişimle sahip olunabilecek sıfatlar; bugün iyi olan yarın kötü, bugün kötü olan yarın iyi olabilir. Ama yapılan işlerin öyle bir şansı yok; iyiyse iyidir, kötüyse kötüdür, vasatsa vasattır. Filmler, şarkılar, kitaplar gibi.

“İyi kitap nedir?” sorusunun cevabını bulmak zor değil. Bunu bizzat kitap söyler. Daha tanışırken belli eder kendini, çabucak içine çeker ve bazen doğrudan bazen dolaylı yoldan hayatında iz bırakır. Fakat bu kitaplara ulaşmak zannedildiği kadar kolay değildir. Çünkü “iyi okur” on yıla, yirmi yıla, otuz yıla yayılan bir süreçten, sabırdan, kavrayıştan, meraktan, aşktan oluşur. Bazen şans eseri de iyi kitaplarla yollar kesişebilir fakat şans bile iyi okur olmakla ilgilidir. Her kitap her okura göstermez kendini; okurunu kendi seçen kitaplar da vardır.

Kitabın da Bir İradesi Var

Bazı okurlar, iyi bir kitaba ulaştığında bunu tüm dünyaya duyurmak ister. Bazısı bunu çok da gizlenmeyen bir kibirle yapar, bazısı çocuksu bir paylaşma heyecanıyla. Her halükarda, kitabın da bir iradesi olduğu unutulur. Bu yüzden, tüm o “Bunu okumayan kitapseverim demesin.” türü üst perdeden tavsiyeler hem iyi okur olmanın özünü yaralar, hem kitabın gururuna dokunur.

Bunları anlatmadan önce, yirmi beş yıla yaklaşan okurluk hayatımda en çok etkilendiğim, kimisini iki, hatta üç kez okuduğum kitaplara nasıl ulaştığımı düşündüm. Ve fark ettim ki bir kısmını ben bulmuş olsam da büyük bölümü beni bulmuştu. Onları aradığım labirentlerde aniden karşıma çıkmış, varlıklarıyla beni neşelendirmiş, gönlüme sevdalarını düşürmüşlerdi. Nurdan Gürbilek’in Kötü Çocuk Türk’ü mesela, Radikal Kitap ekinin bir köşesinde gizlenmiş, bulunduğu sayfaya geldiğimde bana el sallamıştı. Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar’ı bir dergi yetiştirme telaşesinde Ali Ayçil’in ellerinden kurtulup yanıma gelmişti.

Kılını Kıpırdatmayanlar 

Mezarımdan Yazıyorum epey nazlıydı, sahaf sahaf peşinden kovalatmıştı kendini. Gün Olur Asra Bedel oyunbazdı, bir fuarda on binlerce kitabın arasında saklamıştı. Kudüs… Ey Kudüs Mısır’ın kadim hazineleri gibiydi, kılını bile kıpırdatmamış, toprağı kaza kaza onu bulmamı beklemişti.

At Çalmaya Gidiyoruz dost canlısıydı, bakışlarımız kesiştiğinde hemen tebessüm etmişti. Emile Ajar’ın Onca Yoksulluk Varken’i serseriydi, yanından geçerken laf atmış, yakama yapışmıştı. Cennetin Doğusu ölesiye sadıktı yazarına, önce Steinbeck’in diğer romanlarını okumamı şart koşmuştu benimle tanışmak için. Başkalarının Acısına Bakmak eski zaman ustaları gibiydi, yanında olma kararlılığımı test edene kadar yüz vermemişti. 

İyi kitaba giden bu zahmetli ama keyifli yolların en güzel tarafı, huyu ne olursa olsun tüm iyi kitapların yürüdüğün yola saygı göstererek önünde sonunda karşına çıkmasıdır. Edip Cansever’in yazdığı gibi: “Özlenirsin, alabildiğine varsın da / Daha da var oluyorsun gün günden / Olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla / Bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin / Bir kuş olsa mavilik derdi buna”.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?