İyi Yürekli Kağıt 8
Ercan Yılmaz
1. Âhar Mecmuası ve Risâle-i Kalem ve Kâğıd’da yeşil mürekkebin yapılışı şöyle anlatılıyor: Birinci usûle göre gerekli malzemeler çivit, zırnık, keskin sirke ve zamk. Çivit ve zırnığın keskin sirke karıştırılarak mermerde ya da havanda iyice ezilmesinden sonra eritilmiş zamkın ilave edilmesiyle yeşil mürekkep oluşur. Lahurî çivit kullanılırsa mürekkebin rengi neftî olur. İkinci usûlün malzemeleri göztaşı, safran, sirke ve zamktır. Safran ve göztaşı sirke ile güzelce ezildikten sonra bir bezden süzülür. Suda eritilmiş zamkın ilave edilmesiyle de yeşil mürekkep oluşur.
2. Rodin’in çırağı Rilke, ustasının Divinia Comedia’yı okuyuşunu anlatıyor: “Bu kitap onun için bir vahiydi. Bir başka kuşağın acı çeken bedenlerini gördü önünde, giysileri üzerinden koparılıp alınmış bir yüzyılı gördü her geçen gün, bir şairin kendi çağı üzerindeki o büyük ve unutulmaz mahkemesini gördü. Kitapta ona hak veren sahneler vardı, ve III. Nikolaus’un ağlayan ayakları bahsini okuduğunda, ağlayan ayaklar olduğunu, her yerde, bir insanın her yerinde görülen bir ağlama olduğunu, ve bütün gözeneklerden çıkan gözyaşları bulunduğunu biliyordu artık.” Okumak, yani bir başka kuşağın acı çeken bedenlerini ve ruhlarını görmek…
3. Nâbî’den bir beyit:
Gerçi zindân-gîr-i teng-i meclis-i tendir gönül
Şeh-nişîn-i arş ile revzen-be-revzendir gönül
(Gönül gerçi dar beden zindanının mahpusudur; ama arş balkonuyla da pencereleri karşı karşıya.) Penceresi arş balkonuna bakan her sahih kütüphane aynı zamanda “gönül” redifli bir kasidedir, o sultanlar sultanına sunulan…
4. Çiçek Saati. O kışkırtıcı Tik Tak-Zamana Kaçamak Bir Bakış’tan küçük bir alıntı: “Saatler tek tip ve mekanik olmak zorunda değildir. 1751’de İsveçli doğabilimci Carl Linnaeus, çiçek saatlerine göre bir saat tasarlamıştı. Günün saatleri çiçeklerin açılışıyla gösteriliyordu. Sabah altıda benekli kedi kulağı çiçeği, öğle vakti çarkıfelek, akşam da akşamsefası.”
5. Jung, annesinin “Bir ara, Goethe’nin Faust’unu okumalısın.” önerisi üzerine okuduğu Faust için “Ruhuma mucizevi bir merhem gibi geldi.” der. “Sonunda şeytanı ciddiye alan birini” bulmuştur çünkü.
6. Lao-tzu “Her şey apaçık, bulanık gören benim” fragmanındaki duruluğa nasıl ulaşmıştı? Sanat, hem “bulanık görüş” hem de “bulanık görüş”ten kurtulmanın bir yolu olabilir mi? Bulanık görerek bulanıklıktan kurtulmak… “Duru bir gün”e bulanık bir geceden doğulur; karanlığın alfabesini çözebilirseniz tabii.
7. Hilmi Yavuz, “Kalemler Oldu Virân” başlıklı yazısında şunları söylüyor: “Kalemle yazmanın, hele dolmakalemle yazmanın hazzı! Kim ne derse desin, mesela çini mürekkeple yazılmış bir el yazısı, bana göre elbet, hat sanatı örneği sayılmalıdır.
Kalemle yazmak, o yazıyı yazanın kişiliğidir. Mesela ben, ‘z’ harfini bazen kuyruklu, bazen de kitap harfi gibi kuyruksuz yazarım; ‘s’ harfini de öyle: Ara sıra, sağa eğik bir yumuşak (?) üçgen gibi, ara sıra da kitap harfleriyle! Yazıdan karakter tahlilini biliriz; kişiliğimizi gösterir. Ama kalem, elyazısıyla sadece kişiliğin değil, kimliğin de ta kendisidir…
Daktilo, kalemle bilgisayar arasında ara konumdadır. Ama kalemle birlikte yiten el yazısının kişilik ve kimlik kaybı sorununu bilgisayara taşıma şerefi (?) de daktiloya aittir. Fakat şu var: Bilgisayar her şeyi yapabilir, ama bir tek şeyi, o kişiye özel olanı, kimliğin göstereni olanı, yani imza’yı yapamaz. Kişilik ve kimliğin kalem ve el yazısıyla son savunma mevzii, imza’dır -ıslak imza! İmza, biraz retorik yaparak söyleyeyim, kalem ve el yazısının teslim alınamaz son kalesidir!..
Şeyh’ül Ekber’in söylediği gibi, kalem akıl’sa eğer, bilgisayar bu akıl’ı, deyiş yerindeyse, kamusal akıl’a dönüştürür. Harfler, hepimizin olur; yazı Ben’im değil, Heidegger’in deyişiyle ‘Das Man’ındır artık…”