OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Kahveden Kıraate

Ayça Örer

Kahvehanenin kıraathaneye dönüşümünün bir öyküsü var. Bu öykünün başkahramanı içilen kahveler ya da okunan kitaplar değil; müdavimler. Birçok kahvehane, zamanla kendi özel kitlesini oluşturarak birer “kıraat” meclisine dönüştü.

İstanbul’da bu neviden kahvelerin ilk örneği Sarafim Kıraathanesi. İçinde dönemin yayınlarını ve yeni çıkan kitapları da barındıran kıraathanede isteyenler kitap okuyor, isteyenler araştırma yapıyordu. Salah Birsel, Sarafim Kıraathanesi hakkında şunları söylüyor:

“Takvim-i Vakayi ile Ceride-i Havadis bulunan kahvede zamanla Tercüman-ı Ahval, Ruzname, Tasvir-i Efkar, Mecmua-i Fünun, Mirat gibi gazete ve dergiler de görünmeye başlar. Daha sonraları Tuna, Bosna, Fırat, Envar-ı Şarkiye ve Suriye gibi taşra gazetelerine de yer verilir. Kahvesinde gazete ve dergi bulundurup müşterilerinin okumasına açık tutan ilk kahveci bu Uzunkahve’nin sahibi Sarafim Efendi’dir.”

Yine kahvenin müdavimlerinden Ali Canip Yöntem, burada binlerce cilt kitap bulunduğunu naklediyor.

Küllük Kıraathanesi

Sarafim’in mirasını devralansa Küllük Kıraathanesi şüphesiz. Şimdi bile hatırası tam olarak silinmemiş bu kahvenin çok az fotoğrafı olsa da, fotoğraflarda yer alan isimler ne kadar önemli bir buluşma noktası olduğunun ipuçlarını veriyor. Yeri ve kuruluş tarihi tam kestirilemese de Salah Birsel “Beyazıt Camii’nin önünde ünlenen Küllük Kahvesi ile onun karşısında, tramvay durağındaki sıra kahvelerin ne zaman açıldığı açıkça kestirilemez.” diyor.

Küllük, Türk edebiyatının en popüler mekanlarından biri olmuş, adına yazılar, hikayeler, şiirler yazılmış, hatta dergi bile çıkarılmış. Kimler buradan geçti derseniz, saymakla bitmez: Asaf Halet Çelebi, Hilmi Ziya Ülken, Mehmet Kaplan, Nurullah Ataç, İbnülemin Mahmut Kemal, Peyami Safa, Neyzen Tevfik, İlhan Berk, Sait Faik Abasıyanık, Oktay Akbal, Hakkı Süha Gezgin, Sabri Esat Siyavuşgil, Abidin Dino, Fikret Adil, Rıfat Ilgaz, Abdülbaki Gölpınarlı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri, Şükufe Nihal, Orhan Şaik, Mithat Cemal, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar…

Prof. Dr. Süha Göney, 10. Yıl Marşı’nın sözlerinin Küllük’te yazıldığını kaydetmiş:

“Faruk Nafiz Çamlıbel de bu kahveye sık sık gelir idi. Hatta Cumhuriyetin 10. Yıl Marşı’nın güfteleri de burada yazılmıştır. Ancak Faruk Nafiz sadece ‘Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi, Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri’ mısralarını yazmış, gerisini Behçet Kemal Çağlar tamamlamıştır.”

İkbal Kahvesi

Küllük’le dönemdaş ama hakkında daha az şey bilinen bir diğer kahve Acemin Kahvesi. Vedat Türkali’nin Güven romanında adı geçen mekan gazetecilerin uğrak noktası. Ancak Küllük’e rakip olarak anılabilecek yer İkbal Kahvesi. Yahya Kemal Beyatlı’nın devam ettiği bu mekan, edebiyat tarihimizde önemli bir yere sahip. Dergah Dergisi sebebiyle Ahmet Haşim, Hasan Ali Yücel, Necmeddin Halil Onan, Mustafa Şekip Tunç, Abdülhak Şinasi Hisar, Mustafa Nihat Özon, Nurullah Ataç burada buluşuyor. Ahmet Hamdi Tanpınar, notlarında şöyle yer vermiş İkbal’e:

“Haşim hemen her gününde Dergah’a ve Dergahçılara birkaç saat ayırırdı. Onunla ve Yahya Kemal’le ayrı ayrı buluşurduk. İkisi de sohbeti monolog şekline getirenlerden olduğu için beraber bulundukları zaman hangisinin söyleyip ötekinin dinleyeceğini merak etmiştik. Nihayet bir gün bu mühim hadise oldu. İkbal Kıraathanesinde Haşim’in çok sevimli, komik mimikleri ve el işaretleriyle, Yahya Kemal’in kahkahalarıyla zenginleşen bir konuşmaya şahit olduk. İkisi de bizi unutmuşlardı.”

Marmara Kıraathanesi

Marmara Kıraathanesi, geleneğin son halkası sayılıyor. Yazar Üstün İnanç, bu kahvede 1980’lere kadar devam eden geleneğin tıpkı öncekiler gibi ismi konulmamış bir akademi olduğunu vurguluyor:

“Bir gün Marmara’nın müdavimlerinden Reşat Şen kıraathaneye gelirken yolda bir senatör ile karşılaşıyor, konuşarak kıraathaneye doğru yürürlerken bir konuda tartışmaya başlıyorlar. Senatör Reşat Bey’e cevap veremeyince sinirlenip, ‘Bugüne bugün ben bir senatörüm’ demiş. Buna karşılık Reşat Şen de gayet sakin bir şekilde ‘Bende Marmaratörüm’ diye cevap vermiş. O günden sonra ağızlara yerleşiyor bu tabir.”

Toplumsal tarihimizin 400 yılına damgasını vurmuş bu mekanların tamamen ortadan kalktığını düşünebilir miyiz? Geçmişte yaşanan kesintileri düşününce hayır. Sözlü kültürün tarihimizdeki yeriyle beraber düşünülünce, bugünden bakınca zayıflayan bu geleneğin tevarüs etmesini özlemle beklemek her şeye rağmen mümkün.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?