OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Kitabın İçinde Kuruyan Çiçeklerin Tarihi: Kebikeç

Mehmet Erturan

Birçoğumuz Kebikeç’i Kitapyurdu’nun ayraçlarıyla tanıdık. “Yâ Kebikeç” damgalı, isme özel kitap mühürleri ve kaşeler de mevcut. Matbu eserlere anı olsun diye bugün bile “Yâ Kebikeç” yazılıyor. İnsanların kitaplara olan merakının derecesini anlayabilmek adına Kebikeç’i bilip bilmedikleri hususunun ölçü alınabileceğini düşünenler var. 

Ansiklopediler onu, el yazmalarını güvelerden korumak için eserin üzerine yazılan ve tılsımlı olduğuna inanılan kelime olarak tanıtıyor. Kebikeç’i bir tür “kitap muskası” gibi düşünebiliriz. “Yâ Kebikeç, Yâ Hafız Yâ Kebikeç, Yâ Kebikeç Hıfz el Varak” telaffuzlarıyla göze çarpıyor. 

Yâ Hafız 

İsmail E. Erünsal’ın bahsettiği üzere yazma eserlerde Kebikeç’le karşılaşanlar onun ne olduğunu tam olarak bilmedikleri için tahminde bulunarak bir sonuca ulaşmaya çalışıyor. Kebikeç’in yanında Yâ Hafız’ı görünce mananın korumakla ilgili olduğu düşünülüyor. Kitap nelerden korunur sorusuna tabii ki haşereden cevabı veriliyor. 

Nejla Baş’ın, Kebikeç’in tahta kurdu vb. canlılara nezaret etmekle görevli meleğin adı olabileceğini söylerken delili; Allah’ın canlı-cansız her mahlukat için bir melek vazifelendirdiğine, hatta kar tanelerini yeryüzüne indirmekle görevli melekler olduğuna dair rivayetler. 

Adam Gacek’in değerlendirmesi, onun Hint mitolojisinde böceklerden sorumlu böcek suretinde bir melek olduğu yönünde. Eserleri korumakla görevli kimseler olduğuna inanmayı, inanç temelli kültür anlayışımızın ve kitaba verilen değerin bir göstergesi olarak yorumlayanlar da var. 

Kebikeç’in menşeini Süryaniceye dayandıranlara göre o, haşerattan yazma eserleri koruyan bir melek veya kitap kurtlarının şahı olarak kötü niyetli familya mensuplarına haddini bildirip onları sayfalardan kovan bir kahraman. Konuya daha hassas yaklaşıp onu inanç dünyası dışında bir yerlere tayin etmeye çalışanlara göreyse o, kültür mirasımıza ait bir hatıra. 

Kanatlı Kelime 

Ahmet Yüksel gibi Kebikeç’in cin olabileceği ihtimalini gündeme getirenler de var. “Kanatlı kelime” dedikleri Kebikeç’i Orta Doğu mitolojisine ait görüyorlar. Konuya, el yazmalarını sel baskınları ve yangınlardan da koruduğu düşünülüyor şeklinde bir ekleme de yapıyorlar. Kebkeç bilmecesini ebcet hesabında arayanlar da yok değil. 

Kebikeç’i botanik aleminde bulmak da mümkün. Buradaki izler bizi daha sağlıklı sonuçlara götürüyor. Kebikeç’in bitkiler arasında birçok adı var. Bizdeki karşılıklarından en bilineni “düğün çiçeği.” Yunanlılar ona “Batrachion” derken Romalılar onu “Ranunculus” diye kaydetmiş. Ranunculus bitki ailesinde 400 kadar zehirli çiçek bulunuyor. Akdeniz elementi bir bitki olan Kebikeç Türkiye’de de yetişiyor. İnsan sağlığı için de faydalı ve zararlı özellikler taşıyor, ilaç yapımında kullanılıyor.

Kebikeç, yazılı bir ifadeye dönüşmeden önceki dönemlerde zehirli bir ot olarak eserin arasına koyuluyor ve kokusuyla doğal bir böceksavar vazifesi görüyor. Bu somut uygulama yerini zamanla yazılı koruyuculuk anlayışına bırakıyor. Böylece zehirli çiçek pratiği, koruyucu melek inancına dönüşüyor. Başlarda çiçeğin kendinden umulan medet, sonraları adından bekleniyor. 

Günlüklerin, sevdiğimiz kitapların içine koyduğumuz ve sayfalar arasında kuruyarak bir hatıraya dönüşen çiçekler, Kebikeç anlayışının günümüze yansıması olabilir. 

Zehirli Çiçek 

Aziz Gökçe’nin araştırmasına göre sözlüklerin ittifak ettiği konu, onun bir bitki adı olduğu. Rivayetler arasındaki en sağlıklı bilgi, Veled Çelebi İzbudak’ın sözlüğünde: “Zehirli mide-nüvis (maydanoz). Kağıtların arasına koyulursa güve yaklaşmaz. Sonraları bu işlem unutulmuş, bitkinin adını yazmakla yetinilmiştir.” 

Tuba Çavdar da Kebikeç’in ilmi bir uygulamayken zamanla aslından uzaklaşarak folklorik bir unsura dönüştüğünü söylüyor. Ondan elde edilen özü mürekkebe katıp çiçeğin adını daha estetik diye bir tuğra gibi esere çekenler de var. 

Cavit Orhan Tütengil, Kebikeç’in eser için sigorta vazifesi gördüğünden bahsediyor. Ona göre Kebikeç, huzur arayışındaki insanoğlunun giriştiği zorlamalara dair bir örnek. Süryaniceye dayandırılan rivayeti bu dilde “ç” sesi olmadığı için iddia boşa düşmüştür diyerek çürütüyor. Tütengil’in ulaştığı sonuç, Kebikeç’in kitap-kurt ilişkisinden doğan endişeden kurtulmak maksadıyla üretilmiş bir safsata olduğu. 

Hüsrev Hatemi, 1987’de Kebikeç’i Süryani Başpiskoposlarından Aziz Günel’e sorduğunu ve kelimenin Süryanice olmadığı cevabını aldığını paylaşıyor. Hatemi, kelimenin Sami değil, Hint-İran mitolojisinden geldiğini vurguluyor. 

Maymunlar 

Bîrûnî, kelimeyi Hintçede (Sanskritçe) bulanlardan. Maymunlar bu bitkiyle oynamayı sevdiği için çiçeğe “Kapikac” deniyor. “Kapi” maymun, “Kac” kavisli demek. Bu, bitkinin yapısına uyan bir tanım. 

Kebikeç’in kerametine şahitlik edenlerden Süleymaniye Kütüphanesi Müdür Yardımcısı Emir Eş, elimden geçti dediği 50 bin cilt eserin hangisinde Kebikeç lafzını görse onda kurt yeniği olmadığını, zarar gören eserlere bu lafzın eklenerek onların da muhafazaya çalışıldığını belirtiyor. Tam tersi iddialar da var.

Korunmak istenen eser, zehirli bitkilerle bir nevi ilaçlanmış ve alınan bu önlem, ilgililerin anlaması için çiçeğin adının kitaba yazılmasıyla tamamlanmış olabilir. Sonraki nesiller Kebikeç yazılı eserlerin kurtlanmadığını görüp uygulamanın aslından habersizce hikmeti bu kelimenin kitaba yazılmasında aramışlar şeklinde de düşünülebilir. 

Bir dua gibi başvurulan Kebikeç; Afrika’nın kuzeyinde “Kabikanc, Kaykatac, Kabikah, Akikanc” Endonezya taraflarında “Yâ Kih, Kikah” adlarıyla biliniyor. Kabkaç veya Kayraç şeklinde de yazılıyor. Onun Hüdhüd olduğunu söyleyenler, tüylerinin sayfalar arasına konmasıyla eserin korunacağına inanıyor. 

Bütün bunlar; büyük fedakarlıklarla yazılan göz nuru eserleri öyle veya böyle bir şekilde koruma gayretinin sonucu. Bahadır Yenişehirlioğlu, şimdilerde bunu anlamanın imkanı olmadığı görüşünde. 

Moğollar 

Durum o kadar ciddi ki eserlerin tarih boyunca haşerattan gördüğü zararı, kütüphanelerin yangınlar, rutubet hatta Moğol ordularından aldığı hasarla karşılaştıranlar olmuş. “Aharlanmış” yani yumurta akı, nişasta veya un muhallebisiyle yapılmış bir karışımla cilalanmış sayfalara, bal mumu gibi malzemelerle yapılmış tutkallara bayılan bu canlılar “kültür düşmanı” ilan edilmiş. 

Orhan Şaik Gökyay, Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’sinin bir baskısını incelediği makalesinde “Yanlışlar denizinin ortasında Bahriye boğulup gitmiştir.” diyerek sadece haşerattan değil, iş bilmez ellerden de eserleri koruması için “Ya Kebikeç” müracaatında bulunuyor.

Son olarak, Kebikeç’i “İslam geleneğine ait bir uygulama” gibi mutlak bir ifadeyle sunmak hatalı görünüyor. Hint ve İran gibi farklı medeniyetlerde de kendini gösteren bu anlayışı “İslami eserlerde de görmek mümkün” şeklinde, müellif veya müstensihin kişisel tercihi olarak değerlendirmek daha uygun. 

Kaynakça: 

Tuba Çavdar, Kebikeç, Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt 25 

Aziz Gökçe, Kebikeç’in Aslı-Faslı: Kebikeç Adı Üzerine Bir Araştırma, Kebikeç Dergisi, sayı 3, 1996 

Cavit Orhan Tütengil, Yâ Kebîkeç, Kebikeç Dergisi, sayı 2, 1995 

Orhan Şaik Gökyay, Kebîkeç Duası, Türk Dili Dergisi, sayı 280, 1975 

Kansu Şarman, Kitap Cini Kebikeç (Ahmet Yüksel ile röportaj), Popüler Tarih Dergisi, sayı 4, Eylül 2000

Nejla Baş, Ya Hafızu Ya Kebikeç Nedir, Şebnem Dergisi, sayı 170, Nisan 2019 

Bahadır Yenişehirlioğlu, Kebikec, akhisarhaber. com, 10.02.2015 

Mustafa Yavuz, Kebikeç ve Düğün Çiçeği Ranunculus Asiaticus L., Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi, sayı 12-13-14-15, 2006- 2007-2008-2009 

Adam Gacek (çev. Ali Yaycıoğlu), Arapça El Yazmalarında Kebikeç, Kebikeç Dergisi, sayı 5, 1997

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?