OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Kitap Sevenler Cemiyeti

Halil Solak

Sekmeleri niçin sevdiğimi nihayet buldum: Bir konudan bahsederken hemen başka bir konuya geçiliyor, bolca referans veriliyor, orijinal bilgiler paylaşılıyor. Dahası insan elinde kalem, neredeyse hemen her bahsin yanına “çok ilginç”, “araştır”, “kütüphaneye gidince bak” ve benzeri notlar düşmekten kendini alamıyor.

M. Kayahan Özgül’ün Seke Seke Ben Geldim kitabının beşinci cildini okurken de aynı şeyleri yaşadım. Tabii sekme de ne demek, neden bahsediyorsun diye soranlar olabilir: Yazar sekme diye adlandırdığı bu fragmanları “küçük düşünce ve tesbit kırıntıları”, “sonu getirilememiş çalışma eskizleri” şeklinde tanımlıyor. Bu arada sekme kelimesinin artık bu manada kullanıma girdiğini de söyleyeyim. Bana kalırsa edebiyat terimleri sözlüklerinde madde başı olarak yerini alması da çok uzun sürmeyecek.

Peki sekmelerde ne var? Kaynakların neredeyse anahtar teslim verildiği makale ya da kitap konuları, edebiyat tarihine yerleşen kimi yargıları bazen temelinden sarsan bazen de tashih eden bahisler, gazete ve dergi sayfalarında tefrika halinde gömülüp kalmış metinlere değiniler, bugün artık hayatta olmayan kültür ve edebiyat dünyasının isimleriyle yapılan görüşmelerin notları, edebiyatımızın Batı edebiyatıyla kesişme noktaları…

Bu konulara dair bir fragman bile gerçek bir okuru heyecanlandırmaya yeter. Ama kitap ve kütüphane kültürüyle alakalı bir fragman okuyorsam, heyecanımın birkaç kat arttığını söylemeliyim. Bu yönüyle son cilt de diğerleri gibi epey zengin.

Diş Macunu, Jilet ve Kitap

Mesela Kadro Dergisi’nin 1932’de çıkan ilk sayısında Vedat Nedim Tör’ün bir yazısına dikkatimizi çekiyor Özgül. “Kitap Günü” başlıklı yazıda çeşitli ülkelerde kitap günlerinin düzenlendiğini, ezeli bir kitap buhranının yaşandığı ülkemizdeyse bunun hiç denenmediği söylenen yazıda, okurun neşriyatı takipte zorlandığından, gazete ilanının bile nadiren yapıldığından şikayet ediliyor. Kitapta bu satırları okuduktan sonra yazının tamamını merak ettim. Neyse ki derginin tıpkıbasımı çok uzağımda değildi. İlgili sayfayı buldum ve kaldığım yerden okumaya devam ettim: “Kitap için yapılan el ilanları, prospektüsler her yerde hiçbir resme (vergiye, H. S.) tabi değilken bizde adi ilan muamelesi görür. Onun için bizde çıkan bir eser ancak gündelik gazetelerin son sahifelerinde ‘matbaamıza gönderilen eserler’ başlığı altında bir iki satırla okuyucu halka arz olunur.

Kitabın da diş macunu, jilet bıçağı, gramafon plakları gibi bir mal olduğunu, bugün reklamsız hiçbir malın satılmasına imkan olmadığını söyledikten sonra şu teklifi getiriyor Kadro yazarı: “O halde, diğer memleketlerdeki meslektaşlarımız gibi, biz de kendi kitaplarımızı, caddelerde, meydanlarda bizzat satabilmek için bir kitap günü, hatta haftası tertip etmeliyiz.”

Böylece okurla yazar arasında doğrudan doğruya bir irtibat oluşacağını, kitap satışlarının artacağını düşünen Vedat Nedim Bey, bundan sonra işi daha da ileriye götürür: “Mesela, Abdülhak Hamit Bey Bayezit Meydanı’nda, Ahmet Haşim Bey Eminönü’nde, Yakup Kadri Bey Taksim Meydanı’nda, Peyami Safa Bey Fatih’te ve ilh. eserlerini bizzat satarlarsa ve bu, halka günlerce evvel gazetelerle ilan edilirse, biz kitap stoku kalmayacağından eminiz.”

Elbette bu iş bir organizasyon işidir ve Vedat Nedim, işi Burhan Ümit ve arkadaşlarının teşebbüsüyle o sıralarda kurulmak üzere olan Kitap Sevenler Cemiyeti’ne havale eder.

400 Üyeli Cemiyet

Kitap Sevenler Cemiyeti ile ilgili bildiklerimiz bu kadarla kalsaydı çok üzülürdüm. Neyse ki Kayahan Hoca, tetkik ve tetebbuyu sürdürüp Milliyet’te bir ize rastlamış. Habere göre Burhan Ümit hocalık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir konferans vererek cemiyeti tanıtmış, hatta cemiyetin yayın projesinde görev alacak kişiler ve sorumluluk alanları dahi belirlenmiştir: Tıpta Tevfik Sağlam Paşa, felsefede Hilmi Ziya Ülken, şiirde Ahmet Haşim, tarihte Ahmet Refik Altınay ve Mükrimin Halil Yinanç, klasik edebiyatta Ali Nihad Tarlan, Garp edebiyatında Peyami Safa, Burhan Ümit ve Ömer Rıza Doğrul gibi. Görüldüğü gibi her sahada dönemin önde gelen isimleri seçilmiştir.

Cemiyetin üye sayısı ise 1931’in son günleri itibariyle 400 civarındadır. Kitap Sevenler Cemiyeti’ne dair bildiklerimiz şimdilik bu kadar. Acaba Vedat Nedim Bey’in önerisi dikkate alındı mı? Belki altıncı ciltte öğreniriz.

Bu arada aynı dönemde bir başka benzer müesseseden haberdar ediyor bizi Kayahan Özgül: Reha Oğuz Türkkan tarafından 1939’da tesis edilen “Kitap Sevenler Kurumu”. Maksadıysa Türk kültürünün temel eserlerini ucuza basıp her yere yayarak milli şuuru uyandırmak. Bu minvalde Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları ile Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Çağlayanlar’ının ilk yeni harfli baskılarını yaparlar. İlki Reha Oğuz, ikincisi Fethi Tevetoğlu tarafından neşre hazırlanır. Adliye Vekili Fethi Okyar’ın fahri başkanı, pek çok milletvekilinin de üye olduğu, yönetim kurulunda Mehmet Sadık Aran, Besim Atalay gibi önemli isimlerin bulunduğu kurum ne yazık ki beş ay sonra halkevlerine katılma kararı alır.

Seke Seke Geldiğimiz Yer

Aynı otuzlu yıllardan bir başka kesit: Sekmelerin ilerleyen sayfalarında Maarif Vekaleti’nin 1932’de bastığı Arapça Harfli Kitapların Satış Listesi’nin kapağı var. Kapakta küçük bir not okunuyor (Harf inkılabının üzerinden henüz dört yıl geçtiğini hatırlatayım): “Münhasıran tetkik erbabına ve alakadar ilim müesseselerine satılır.” Özgül’e göre bu cümlenin anlamı şu: “Vekaletin depolarındaki kitaplar eski harfli olduğu için satıştan kaldırılmış, ama ortadan kaldırılmamıştır. Halka arzı yasaklanmış olsa da “tedkik erbabı”ndan olduğunu isbatlayanlar hâlâ satın alabilmektedir.” Yani sıradan bir “kitapsever” iseniz bu kitapları almanız mümkün değil.

İşte seke seke geldiğimiz yer: Otuzlu yıllarda kitap severlerin kıssa-i pür-gussası…

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?