Büşra Tümkaya
Bu bol çağrışımlı, gerilimli, fantastik kitabı okurken, kuzeyin kışının ve edebiyatının çetin olduğunu bir kez daha anladım.
Kuzey Avrupa Edebiyatı’nın kendine has gerçekliği, soğukkanlılıkla sunulan bir karanlığı var. Eserler yüksek refah içinde yaşayan insanların, hayatı hissedebilmek için kendi tenlerine batırdıkları sivriliklerle dolu. Bunu da yalın bir anlatıyla yapmayı tercih ediyorlar. Sade üslupları, kurgu ne kadar gerçekdışı olsa da her şeyi “mümkün” görmemi sağlıyor. Böylece olaylar kendi gerçekliğinden taşıp benimkine karışıyor.
Matias Faldbakken de bu edebiyat mahfilinin içinden geliyor. Daha önce Garson kitabıyla takdir gören Norveçli yazar Biz Beş Kişiyiz adlı yeni eseriyle iddiasını devam ettiriyor.
Eksik Bir Şey Var
Biz Beş Kişiyiz kitabının kahramanı Tormod hayatındaki eksik parçayı Norveç kiliyle onarmaya çalışıyor. Olaylar Tormod’un, ailesinde bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmesiyle başlıyor. Genç adama göre, aile bireylerinin arasında tutkal olabilecek beşinci bir üye gerekli. Karısı üçüncü çocuğa sıcak bakmayınca önce bir köpekle, sonra da Norveç kilinden oluşan dinamik bir balçıkla bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Bu suni çözümle ortaya çıkan ara form başlangıçta herkesi mutlu etse de zamanla bir kabusa dönüşüyor.
Kitap Norveç’in kırsal gündelik yaşamını anlatırken, bu güvenli aile ortamının ne kadar kırılgan olduğunu hissediyorum. Detaylara önem veren yazar hızlı bir dil kullanıyor. Kurgusundaki öngörülemez köşe taşları beni canlandırıyor. Gençlik çalkantılarını ve aile problemlerini, ne olup bittiğini anlamadan önüme bırakıyor.
Yaratıcıya Öykünen Kahraman
Tormod atölyesinde çalışırken, onlarca aşamadan geçirdiği kırmızı kilin değişimini izliyorum. Kilin kabarması, çoğalması, yorulması ve toprak kabında dinlenmesi, ardından öğrenmesi ve itaat etmesi, bir insanın doğuşu ve büyüyüşü gibi olası geliyor. Kil hareket kabiliyetini kazanınca ailenin gündelik hayatına dâhil oluyor. Bu esnada aile bireylerinin bencil, acımasız, kıskanç, bazen de dostane yani kısaca insanlık halleriyle karşılaşıyor. Bense kelimelerin arasında yuvarlanıyor, yazarın sıradan hatta alaycı üslubunun arkasından gelecek korkuyu bekliyorum. Hatta ailenin küçük kızı Helene ile beraber karnımda akışkan bir kilin dolaştığını hissediyorum. Bu his kitap bittikten sonra birkaç gün daha devam ediyor.
Tormod’un ve kilin gelişimi, ilgi ve şefkate duydukları açlıkları ve canavarlaşmaları, paralel ilerliyor. Kil, kasaba için bir tehdit olmaya başladığında, kitabın bizi hazırladığı son bu olsa gerek, diyorum. Yanılıyorum. Yazar kaotik bitişi son paragrafa kadar saklamayı başarıyor.
Kutsalın Değişen Yüzü
Dinamik kil argümanı bana bir Yahudi efsanesi olan Golem’i hatırlattı. Ortaçağ’da Yahudi halkını korumak amacıyla Haham Loew kilden bir Golem yaratmış ve sonra kontrolünü kaybetmişti. Bu iki hikaye arasındaki en büyük fark Haham Loew’ün Golem’i tanrının ismiyle yaratılmıştı. Fakat Tormod’un Golem’i wifi sinyalleriyle can buluyor.
Norveç’te “… İncil referanslarıyla bir tür grotesk Rapunzel anlatısı sunar” şeklinde övülen bu eseri, ben de daha analitik bir gözle okudum. Çağrışımlarımı masallarla ve dini inanışlarla daha iyi anlamlandırdım. Kurgunun akışında beni rahatsız eden detayların da yazarın amacına hizmet eden argümanlar olduğunu fark ettim.
Bu bol çağrışımlı, gerilimli, fantastik kitabı okurken, kuzeyin kışının ve edebiyatının çetin olduğunu bir kez daha anladım.