Abdullah Harmancı
Mehmet Şeker, öncelikle, zihinlerimizde bir gazetede “köşe yazarı” olarak yer etti. Okuduk, sevdik. Şeker’in güncel yazılarında herkesi kendine bağlayan, sarıp sarmalayan bir dostluk havası, her şeyi hoş gören, alicenap bir gülümseme vardı. Tadında bir mizah.
Mizah, tadında olmadığında mizah olmaktan çıkar. Bir an önce uzaklaşmak istediğimiz can sıkıcı bir kokuyu andırır. Ondan kurtulmak için burnumuzu sıkmasak da yüzümüzü buruştururuz. Ve oradan ya da o zamandan uzaklaşmak isteriz. Şeker, gazete okurlarının gönlünde alicenap gülümsemesiyle yer etti. Sevildi. Başka türlerde de yazmış olmasına rağmen, daha sonra -daha çok- öyküleri ile dikkatimizi çekmeye başladı. Şeker’in öyküleri de gazete yazarlığının alicenap havasında oluşmuşa benziyor.
Şahsiyet ve Yazı
Mehmet Şeker’i önce gazete yazılarından, ardından öykülerinden tanıdım. Sonunda ise yazarın kendisini tanıdım. İki tür yazar tipinden bahsedilebilir. Bazı yazarlar, şahsiyetlerinin özelliklerini metinlerine yansıtır. Diyelim ki yazarın gergin, öfkeli, uyumsuz bir kişiliği var. Metinlerinde de bu gerilimi hissedersiniz. Bir de kişiliği ile neredeyse taban tabana zıt bir edebi kişilik oluşturan yazarlara rastlanır. Çok acılı, gergin, zorlu metinler yazar ama sosyal ortamlarda onu sürekli gülerken veya güldürürken görürsünüz. Elbette kimseyi birkaç baskın özelliği ile tanımlamak doğru değildir. Suyun altında ne fırtınalar, ne kaynamalar gizlenir. Ama bu dediğim, ilk bakışta görülen kişilik özellikleri için geçerli. Bu tasnife göre Mehmet Şeker, ilk grup yazar tipine daha yakın. Yukarıda ifade etmeye çalıştığım alicenap, hoşgörülü, ağırbaşlı, mizahtan sıkça yararlanan gazete yazarı hem öykülerinde hem de sosyal hayatta karşımıza çıkıyor. Bu kişiliğin doğal uzantısı olan öyküler okuyoruz.
Geçti Dost Kervanı adını taşıyan eserinde Şeker’in, her şeyi tatlıya bağlamaya çalışan, dünyanın rekabetlerini geride bırakmış alicenap tavrı öykülerine de siniyor. Can sıkıcı, moral bozucu, kalp kırıcı olaylara değinilse de bu atmosferden hızla dışarı çıkılıyor. İyimser, olumlayan, paylaşan, bilge bir bakış öykülerin özellikle sonlarını belirliyor. Sadece öykü sonları için geçerli değil bu. Bütün metinleri saran bir bilgelik okura kadar ulaşıyor. Ne olursa olsun her şeyin güzele, iyiye, güzeller güzeline ulaşacağı ve dünyanın hiçbir şey için üzülmeye değmeyeceği düşüncesi adeta bir alt metin olarak kitabın arka planında bekliyor. Bir çatışma doğma ihtimali ortaya çıktığında, yazar bir biçimde bunu zayıflatıyor veya olayların akışını başka bir mahfile çeviriyor.
Birazcık Eğlence Çok mu Gelir?
Bazı öyküler yazarın öykü poetikasını ele verir. Adeta yazarın öyküden ne anladığını kendi kaleminden öğreniriz. Şiirle yazılmış şiir poetikaları olduğu gibi, öykülerin içine saklanmış öykü poetikalarına da rastlanır. Araştırmaya değer bir konu. Geçti Dost Kervanı’nda yer alan “Unuttuğum Şarkı” öyküsü tam da böyle bir poetik öykü. Anlatıcımız, oldukça karamsar bir kitap okur. Kitabın bütün kahramanları dertlidir. Anlatıcı okuduğu bu kitaptan, kitabın bu kederli halinden rahatsızdır:
“Başımın ağırlaşması okuduğum kitap yüzünden. Bütün kahramanlar dertli. Hepsinde ağır keder, üzüntü. Baştan sona kaç kişi varsa hepsi bezgin, yılgın, acılı. İçlerinden hiç mi neşeli biri çıkmaz? Bir tanesi biraz olsun mutlu olamaz mı? Birazcık eğlence çok mu gelir? Hep değil, devamlı değil, bir süreliğine birinin içinde hafif bir bahar rüzgarı essin. Umut beslesin de bir konuda, ona tutunsun. Sevdiğine sarılır gibi sarılısın umuduna. Yarın desin, gelecekte desin, şöyle bir hayırlı gelişme bekliyorum desin birine. Yahut demesin de içinden geçirsin sadece. Hayır. Sanki bütün dünya hasta. Bütün dünya acılı. İnsanların hepsi aynı; içlerinde büyüyen bir ateş taşıyor… Bahtiyarlık unutulmuş ve asla hatırlanmayan bir şey.”
Durum Mizahı Üretiyor
Şeker, gerek diyaloglarımızdan gerekse gazete yazılarından bildiğimiz, kıvamında pişirilmiş mizah duygusunu da öykülerine yedirmesini biliyor. Absürt bile denebilecek dil oyunları yapıyor. Bazense kişileri portrelerken ulaşıyor mizahi olana. Durum mizahı üretiyor.
Geçti Dost Kervanı’nın en başarılı tarafı sahih bir hayata ve insana dokunması. İçinde yaşadığı toplumdan habersiz değil. Dahası, toplumsal olanı, derin bir psikoloji katmadan anlatıyor. Ukrayna’ya çalışan bir tır şoförünü adeta sokaktan alıp gelip kitabının sayfalarına katıyor. Veya kendini kamyon zanneden bir askeri bütün gerçekliği içinde bize yansıtıyor.
Şeker’in öyküleri günümüz öykücülüğünün bazı özelliklerini adeta reddetmek istiyor. “İç eylem” dediğimiz derin psikolojik çözümlemelerden kaçınması, toplumsala, ekonomik sorunlara, şehirleşme sorunlarına, hatta folklorik olana, türkülere, kırsal yaşantılarına önem vermesi bunlardan birkaçı. Bir olay çizgisini başından sonuna kadar genellikle olağan akışıbozmadan anlatması da bu özelliklere dahil edilebilir.
Geçti Dost Kervanı’nın sayfalarından buram buram Türk insanı tütüyor. Türkülerimiz tütüyor. İyimserlik, sevinç, bilgelik ve yerlilik sayfaları sarıp sarmalıyor. Ancak bütün bunlar olup biterken, yazarın; dünyanın ve hayatın sorunlarından habersiz olduğunu, safderun bir iyimserlik oyununa kendisini kaptırdığını sanmayın. Olup bitenleri bilen ama en derinde her şeyin biteceğini ve bunlar için kaygılanmaya değmeyeceğini düşünen bir “ben”in ağırbaşlı, mütebessim çehresi sayfaların fonunu kuşatıyor.
İşte bütün bunlar için Mehmet Şeker’in öyküleri okunmalı. Önemsenmeli. Yazara itiraz etmem gereken tek nokta ise, öykülerini insanın ve hayatın daha derinlerinde gezdirmemesi… Yakaladığı müthiş detayları, öykü kişilerinin dramını veya çelişkisini, teknik tabiriyle diyelim ki “romanesk” olanı yeterince şiddetli anlatmaması. Bu durum, yazarın tercihi olarak açıklanamaz. Yazarın tercihi olduğu kesin zaten. Ama bu insani hallerin yeterince derinleştirilmemiş olması poetik bir tercih olarak görülemez. Zira metinlerin insana değen, ruhumuza dokunan noktaları daha detaylı işlenseydi, öyküler görevini daha bir başarıyla yapmış olurdu. Buna rağmen Geçti Dost Kervanı’ndan çok şey öğrendim. Neredeyse kendime rastladım. Yok yok, gerçekten kendime rastladım.