OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Memleket Kılıçla Alınır Kalemle Muhafaza Edilir

Söyleşi: Fatih M. Şeker

Konuşan: Fatma Özkaya

Tanıyalım: Yörük bir ailenin çocuğu olarak 1975 yılında Mersin-Erdemli’de doğdu. Eğitim hayatını Konya, Bursa ve İstanbul’da sürdürdü. 1999’da Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 2003 yüksek lisansını ve 2008’de doktorasını tamamladı. 1999-2011 tarihleri arasında Fatih’te öğretmenlik yaptı. Hâlen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Türk Felsefesi Tarihi kürsüsünde doçent olarak görev yapmaktadır.

Türk Felsefesi Mümkün mü?

Devlet otoritesi ve cemaat kültürü etrafında Türk siyaset düşüncesini İbn Haldûn Mukaddime’sine dayanarak yeniden yoğuruyor. “Devlet nedir?”, “Ehl-i siyaset kimdir?”, “Bir Türk felsefesi mümkün müdür?” gibi öteden beridir tartışılan sorular Türk Dikkati ışığında bir kez daha cevap buluyor. Türk’ün Dünyası kısmında evvelâ Osmanlıların gözünde Bursa gibi olan Budapeşte’yi anlatıyor, ardından bizleri hayatın provasını yaptığı Hazret-i Bursa sokaklarında gezdiriyor. Bu bölümde müellifimizin talebelik yıllarındaki anıları da dikkatimizi çekiyor. Fikrî ilminin yanında edebî kişiliğini de bir kez daha görmüş oluyoruz. Osmanlı Türkçesini kendine has bir süzgeçten geçirirken bizlere ‘keşke roman yazsa da okusak’ dedirtiyor. Nitekim inançlarını savunurken kelimeleri her daim telkâri gibi işliyor.

Fatih Mehmet Şeker’in bundan önceki kitaplarının da basılmış olduğu Dergâh Yayınları’nın, Kasım 2016’da çıkarmış olduğu bu kitap modern dönemde ‘Türk Dikkati’ni esas alan her okurun mutlaka sahip olması gereken bir eser. Biz de bu eser üzerine hocamızla kısa bir söyleşi yaptık.

Klasik dönemdeki ‘az eseri çok defa okumak’ esasına bağlı olarak çok defa okuduğunuz, fikir hayatınızı besleyen başlıca kaynaklar nelerdir?

Klasik dönemden en fazla okuduğum düşünürler; Mâtürîdî, Yûsuf Has Hâcib, Fârâbî ve Gazzâlî’dir. Bunlar kendilerinden önceki birikimini süzen, yeni baştan yoğuran dolayısıyla güncelleştiren mütefekkirlerdir. Sonra gelen düşünürlerin, fikir hayatımızı kuran bu mütefekkirlerin hâşiyesinde dolaştığını, yani onların bir çeşit dipnotu olarak görülebileceğini söyleyebiliriz.

Osmanlı örneği üzerinden okuduğum düşünürler; Kemal Paşazâde, Kınalızâde’dir. Kaynak olarak, hem kelâmî, hem felsefî, hem de tasavvufî mânâda Bursevî’nin Ferahu’r-rûh isimli eserini söyleyebilirim. Türk düşüncesine ait bütün eserleri yaksak sadece Ferahu’r-rûh kalsa bile buradan hareketle düşüncemizi tekrar diriltebiliriz, benim iddiam bu.

Modern dönemde ideal mütefekkirim Cevdet Paşa ile İbnülemin’dir. Çağdaş Türk düşüncesi son sözü kemâl düzeyde Cevdet Paşa’yla söylemiştir. Devam edenler o çizginin bir mütemâdisi olarak görülür. Bugünden geriye doğru gidecek olursak, kendime en yakın gördüğüm yazarlar; Yahya Kemal ve Tanpınar’dır.

“Kişi yazdıklarını asla acımadan yırtmalı, yırtmazsa defaatle ilaveler yapıp üzerinde çalışmalı.” diyorsunuz. Eserinizi kaleme alırken kaç kez yazdığınızı yâhut nasıl bir çalışma yöntemi izlediğinizi merak ediyorum açıkçası.

24 saatte 25 saat çalışmak gerektiğini hayat felsefesi haline getiren bir insanım. Yazarken de üslup endişesi taşıdığım için kılı kırk yaran bir işçilik çıkartmaya çalışıyorum. Bu vâdide rakam veremem ama hiç yazmıyorsam en az yirmi defa yazdığım söylenebilir. Tabi bunun demlenmesi de var, şimdi bilgisayar çağı, bilgisayar üzerinden sürekli düzenliyorsunuz. Dolayısıyla sayma imkanım yok ama yirmiden aşağı yazmadığımı söyleyebilirim.

Gelelim Gazzâlî’nin sağladığı özgüven sayesinde Schopenhauer’u ‘yalnız bir bakalım ne demiş, daha ne demiş’ diyerek okuyan Ahmet Midhat Efendi’ye. Bu tavır sizce ne kadar gereklidir?

Ahmet Midhat Efendi’nin yaşadığı dönem artık neredeyse iflasımızı ilan ettiğimiz dönem, böyle bir dönemde siyasi sahada hesaplaştığımız batı düşüncesinin en büyük filozoflarından biri olan Schopenhauer üzerinden Avrupa fikrî geleneği ile hesaplaşmaya çalışması, henüz bir medeniyetin son sözünü söylemediğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Yani bir dönem; falan isimle, falan zamanda sona ermiştir diyenlerin, Midhat Efendi’nin sağladığı bu özgüven sayesinde tekrar kendi dünyalarına bakıp yol almaları için gerekli bütün psikolojik donanımın mevcut olduğu söylenebilir. Bugün yeni nesilde böyle bir özgüvenin olduğunu söylemek çok zordur. Batıyı tanıyan bizi tanımıyor, bizi tanıyan batıyı tanımıyor; dolayısıyla herkes kendi dünyasında esir olarak hayata hükümrân oluyor.

‘Devlet Otoritesi ve Cemaat Kültürü Etrafında Türk Siyaset Düşüncesi’ bölümünü 15 Temmuz tarihinden önce kaleme alarak büyük bir ferâsetle ülkemizi bekleyen tehlikeye dikkat çekmenizi, geçmişten beslenmenizin bir neticesi olarak görmek mümkün müdür?

İbn-î Haldun Mukaddime’sinden öğrendiğimiz bir şey, bizim tarih felsefemiz dairevî bir karaktere sahiptir. Geçmişte ne olduğunu bilen, gelecekte ne olacağını da rahatlıkla bulabilir. Çünkü Osmanlı Türkiye’sinde ne olduysa Cumhuriyet Türkiye’sinde de üç aşağı beş yukarı olan odur. Bugünün dünde muhakkak bir karşılığı olduğu gibi dünün de bugünde mutlak denecek bir tesiri vardır. Bunlar karşılıklı aynalar gibi birbirini yansıtıyorlar.

Son olarak üzerinizde en çok tesiri olduğunu düşündüğünüz hocalarınızı sorsak.

Üzerimde en çok tesiri olan hocam babamdır. Herkesin çocuğunu tezgâha gönderdiği dönemde o bizi elindeki kıt kanaat imkanlarla okumaya sevk etti. Gözünü kırpmadan gurbete çıkmamızı sağladı. En büyük etkinin rahmetli babam olduğunu düşünüyorum.

İkinci etki ise Cevdet Paşa’nın şahsında Osmanlı, dolayısıyla Türk düşünce geleneğinin yörüngesini belirleyen paşadan sonra ve paşadan önceki isimlerin benim hocalarım olduğunu düşünüyorum. Bunlar arasında ayrım yapmak, ‘Bursa mı daha önemli İstanbul mu?’ sorusuna benzer. Bursa kurulmadan İstanbul inşâ edilemez. Dolayısıyla siz Hanefî-Mâtürîdî gelenekten, Nizâmü’l Mülk’ten, Gazzâlî’den, Nâimâ’dan, Kemal Paşazâde’den, Taşköprî-zâde’den ve Gelibolulu Âli’den geçmeden bir Cevdet Paşa portresi inşâ edemezsiniz. Her düşünür kendisine tarihten bir öncü oluşturur. Dolayısıyla Dedem Korkut’taki ‘kız anadan oğul atadan görecek’ sözü bizim için de geçerli. Şiir nasıl şiiri beraberinde getirirse, düşünceden de düşünce doğar.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?