OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Montaigne’in İzinden Denemenin Yolculuğu

Feyza Kartopu

XVI. yüzyılın sonlarına doğru o güne dek yazılanlardan farklı diyebileceğimiz, kurgu dışı bir tür doğdu: Deneme. Fransa’da Montaigne tarafından ilk örneklerinin verildiği ve oradan da bütün dünyaya sıçradığını bilinen tür, yine Montaigne tarafından “essai” olarak isimlendirildi.

Onun açtığı yarıktan ilerleyerek denemeyi kendi üslubunca yeniden deneyen pek çok yazar olduğu gibi, türü başlangıcından çok daha farklı bir boyuta taşıyıp başka başka yollar tutturan ve türün kapsam alanını genişleten yazarlar da vardı. Onların yazdıkları da deneme adı altında değerlendiriliyor fakat Montaigne’inkine benzer bir ton taşımıyordu. Sir Francis Bacon’un yazdıkları gibi.

Bacon, Montaigne’in aksine yazılarında kendini olabildiğince gizler, edilgen bir tavır takınır. Onun metinlerinin makale tonuna daha yakın olduğu, ben evreninin dışarıda bırakıldığı ve savunulan fikirlerin başka düşüncelerle sık sık refere edildiği hemen, ilk anda fark edilir. Üstelik, “Gerçek Üzerine” isimli denemesindeki kısa atıfın haricinde Montaigne’e hiçbir gönderme yapmaz, onu anmaz. Türün öncüsünden ayrı bir yol tutturduğunu, özgün ve ciddi bir bilgeliğe ulaştığını bu şekilde ifade etmek istemiştir belki de.

Kendi İçine Dönmek

Bu farklılıkları bir anlığına dışarda bırakıp denemenin Montaigne ile birlikte nasıl başladığına baktığımızda, yaygın bir kişiselliğin tüm metinlere sızdığını kolaylıkla fark edebiliriz. Ataç’ın türü tanımlarken kullandığı, “Deneme Ben’in ülkesidir.” ifadesi Montaigne’in hemen her yazısı için kullanılabilirdir bu yüzden. Montaigne denemelerinde kendi içine döner. Meraklı bir bilgelikle ilgilendiği, bulma uğraşının içinde keşfettiği, kendisidir. Bu sebeple yazdıkları kendi kabuğunun içindekilerdir. Bunu yaparken herhangi bir perdeye de gerek duymaz. Çırılçıplaktır.

Servet sahibi olduktan sonra, zenginliğini koruma ve harcamama marazına tutulduğunu denemelerinde açıkça anlatır; yolculuk esnasında parasını yitirme endişesi taşıdığından, sevmediği huylarından, aile yaşantısından tüm şeffaflığıyla söz eder. Hatta başkalarının kendisi hakkında sarf ettiği şu olumsuz cümleleri de taşır metinlerine, “İşsiz güçsüz biridir o; kamu görevlerine, dostluk ve ahbaplık görevlerine pek eğilimi yok. Aşırı kişisel ve aşırı küçümseyicidir.” Perdelerin sıyrıldığı bu saydamlık ve dürüstlük hali, denemeleri samimi ve süsten azade kılar.

Montaigne, yazılarının kendi kişisel hayatından, hatta bizzat kendisinden doğduğunu şu cümlelerle ifade eder, “Herkesin gözü dışarıdadır. Ben gözümü içime diker, içimde gezdiririm. Herkes önüne bakar, ben içime bakarım. Benim işim gücüm kendimdir. Hep kendimi seyreder, kendimi yoklar, kendimi tadarım.”

İddialı, Çünkü Hiçbir İddiası Yok

Denemede işlenen konu yazarın kendi hayatına dair ya da değil; anlatılan her ne olursa olsun, Ben’in süzgecinden geçirileceğinden mutlak ve genelgeçer bir sonuca varabilmek mümkün değildir. Denemeci bu yüzden anlattıklarını bir makale ciddiyetinde sunmaz ve bilimselliğe yaslanmaz. Böyle bir iddiası da yoktur zaten. Savruk, gelişigüzel ve birbirinden bağımsız fikirler öne sürebilir. Öne sürdüğü bu fikirleri önce kabul edip birkaç satır sonra reddedebilir. Denemecinin gayesi bir konuyu izah edip sonuca bağlamaktan ziyade, o konu üzerinde içsel bir monolog gerçekleştirmektir. Tam da bu sebeple deneme, yazarın kendi kişisel yaşamından doğar ve orada son bulur.

Türün kendine gönderme yapan bu değirmi dili, başka başka sorulara ulanır: İşlenen konular ve bunların ele alınışı yönüyle tam bir serbestliğin hüküm sürdüğü denemenin herhangi bir çerçevesi yok mudur? Kurgu dışı hemen her şeyi bu türün sınırları içerisine dahil etmek mümkün müdür? Deneme için “türsüzlüğün evreni” tanımlamasını kullanabilir miyiz?

Bu sorulara verilecek her kesin yanıt, denemeyi tanımlamak ve ona belli kalıpları olan bir don biçmek anlamına gelecektir. Ancak unutmamak gerekir ki deneme, onu tanımlayanların dışarıda bıraktıklarına da sahip çıkan, onları da içeren bir türdür. Bu sebeple belli kurallarla sınırlandırıp tanımlamak pek de mümkün değildir. Eğer aradığımız şey bir ayırt ediciyse bunun, dili kullanış şeklinden geçtiğini söylemek mümkün.

Ayırt Ediciği Özellik Dildir

Üslup ve dili ustalıkla kullanabilme becerisi, deneme için neredeyse bir gerekliliktir. Sınırlarının net olarak saptanamadığı türün, ayırt ediciliği ancak dille olabilir. Dil, akıl, duyu yetkinliği ile. Burada dikkat çekmek istediğim şey, sözü süslemek, düşüncenin boşluklarını şişirilmiş cümlelerle doldurmak değil elbette. Üzerinde durduğum şey düşünceyi takır tukur bir nesirle vermemek, kompozisyon yapaylığından kurtulmak, şiire yaslanmak, kelimenin içindeki sesi ve yazının kendi ritmini keşfetmek. Bahsettiğim şey tam olarak bu. Her şeye tek tıkla ulaşabildiğimiz enformasyon çağında, kuru bir bilgiye kimin ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz ki? Düşünce, ancak farklı bir görme biçimiyle sunulduğunda kabul edilebilirdir. Şeyleri görme biçimi ise yalnızca üslupla açığa çıkar. Deneme, düşünceyi duygu imbiğinden geçirerek aktarmadığında, üçüncü sayfa haberlerinde kullanılan üsluptan da farkı kalmayacaktır.

Montaigne’in yazılarında kullandığı dile dair atıflar, denemedeki üslubun mahiyetini kavrayabilmek açısından önemlidir, “İster kağıt üzerinde olsun ister ağızdan, benim sevdiğim konuşma, düpedüz içten gelen, lezzetli, şiirli, sıkı ve kısa kesen bir konuşmadır. Süsten, özentiden kaçan, düzensiz, gelişigüzel ve korkmadan yürüyen bir konuşmadır.”

Deneme Şiirden Beslenir

Montaigne’in “lezzetli, şiirli, sıkı ve kısa kesen bir konuşma” ifadeleri, denemeyi şiire yaklaştıran ifadelerdir. Denemeler kısa ve yoğun nesirlerdir. Uzun uzun anlatılacak bir bahsi, birkaç sayfaya indirgeyen yoğun bir anlatı dili inşa ettiği için de şiire yaklaşır. Şiirden beslenir.

Ersin Nazif Gürdoğan’ın şiir ve deneme ilişkisine dair tespitleri dikkate değerdir, “Edebiyat dünyasının ölümsüz eserler bırakan öncüleri için, şiirde duygu önemliyken, duygu aranırken, denemede düşünce önemlidir, düşünce aranır. Deneme uzun bir şiirdir, şiir kısa bir denemedir. Nasıl bir şiir bir duyguyu en öz, en yalın, en çarpıcı, en güzel olarak anlatırsa, deneme de bir düşünceyi, en öz, en yalın, en çarpıcı olarak anlatır. Şiir denemeye, deneme şiire kapı açar.” Denemenin şiire yaslanan bir yanı olduğu, anlatılan öykücüklerle işlenen konunun kapsam alanının genişletilebildiği düşünüldüğünde; denemenin geçirgen, farklı türlerden beslenen ve onları içeren yapısı da kolaylıkla anlaşılacaktır.

Neredeyse beş yüz yıl önce, yazdıklarının konusunun kendisi olduğunu söyleyen, hoşlandığı şiirli ve lezzetli dile atıf yapan Montaigne, bir türün öncüsü olduğunun, dahası türün sınırlarını yazdıklarıyla çizdiğinin bilincinde midir? Denemelerindeki yeniliğe, devrime ve yıkıcılığa karşıt sözlerini düşündüğümde, Montaigne gözümde kendini yalnızca yapmak istediği şeyi gerçekleştirmeye adayan bir bilge olarak canlanıyor.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?