Dursun Ali Tökel
“Seneca, Montaigne, Voltaire, Francis Bacon, Lord Dudley, Scilus, Longfellow, Carlyle, Samuel Johnson, Herbert Spencer, Ovidius, J. ferry, Dale Carnegie, Anatole France, Konfüçyüs Herrik, H.Fletcher, Bulwer – Lytton, Bouee, Horace, Rusuf Chodte, Alphonse Daudet, Heinrich Heine, Roosevelt, Sir William Davenant, Churchill, John K. Bangs, John Milton…”
Bunlar kim mi? İnternette, bir arama motoruna (mesela Google) “kitap hakkında özlü sözler” yazıp da enter’a bastığınızda her hangi bir sayfada, kitap hakkında özlü sözleri olan kişiler. “Bunların içinde neden bir tane bizden birileri yoktur?” diye sorabilirsiniz. İnternette bu başlıkla yaptığınız aramalarda karşınıza çıkan her sayfaya bakın, sonuç değişmiyor. İki, üç, bilemedin beş, hadi olsun sekiz-on isimle belki karşılaşırsınız.
Hayat boyu adlarını duymadığımız ve muhtemelen hiçbir zaman da duymayacağımız bunca adam, kitaplar hakkında özlü konuşmuşlar da bizden Allah’ın bir kulu, bu kişiler arasına girecek sıklıkta bir söz söylememiş mi? Söylemiş de biz mi bilmiyoruz? Eğer söylemişse neden internette görmüyoruz, birileri internette yayınlamıyor diye mi?
Kitap okumayan bir toplum olduğumuz için “nasıl olsa atalarımız da okumamıştır! Okumayan adamın sözü mü olurmuş” mu diyoruz? “Atalarımızın kitap hakkında özlü sözleri var ama bu sözlerin özlü söz değeri mi var canım?” mı diyoruz? Birileri çıkıp derleme meşakkatine mi katlanmıyor?
Hane Değil Hazine
Tamam, internete baktığımızda, bırakın eskileri yenilerden bile bir söze rastlamıyoruz. Acaba geçmiş çağlarda hiç mi bir şairimiz, yazarımız, düşünürümüz, bilim veya devlet adamımız, medrese hocamız kitap hakkında özlü bir söz söylememişti? Acaba eskilerin kitapla ülfeti neydi, kitapla muhabbeti, alışverişi neydi? Dünyalarında kitap nasıl bir yer tutuyordu ve biz bunu Divan edebiyatı adını verdiğimiz metinlerden takip edebilir miyiz? Bu soruların peşine düşen yazılar kaleme almaya çalışacağız! Şimdilik Evliya Çelebi’ye bakıyoruz:
Kitap’ın Osmanlı’da, hele hele de devlet nezdinde nasıl bir meta olduğu Evliyâ Çelebi’nin şu kaydından çok iyi anlaşılıyor: Evliya Çelebi, padişahın (4. Murat) huzurundadır. Padişah Evliya’ya lazım olan bazı kitapların verilmesi için “hazine”ye bir yazı yazar, hem de kendi eliyle. Dikkat buyurulsun, kitabın istendiği yer “kütüphane” falan değildir, “hazine”dir! Demek ki onlar kitabın korunduğu yeri hazine saymışlar, “hane” değil!
“Tîz hazînedârbaşıyı çağırın ve devât ü kalem getirin” deyüp dest-i şerîfine kilk-i cevâhir-nisârın alup bir hâtt-ı şerîf yazup, “Sen ki hazînedârbaşısın, Evliyâ’ya bir Kâfiye ve bir Monlâ Câmî ve bir Tefsîr-i Kadı ve bir Misbâh ve bir Dîbâce ve bir Müslim ve Buhârî ve bir Mülteka’l-ebhur ve bir Kudûrî ve bir Gülistân u Bostân ve bir Nisâbü’s-sıbyân ve bir Lügat-ı Ahterî” el-hâsıl yigirmi kıt‘a mülûk içün tahrîr olunmuş kitâb-ı nefîseleri hazîne kethudâsı fi’l-hâl getirüp ve kendiler tilâvet etdikleri Yâkût-ı Musta‘sımî hattıyla bir kelâm-ı izzet ve bir murassa gümüş devât ve bir Hind sadefkârîsi ûd levhalı pîş-tahta ihsân edüp me’kûlât [ü] meşrûbâtımiçün kilarcıbaşıya bizzât kendüleri tenbîh buyurdular.” 1
Lütfu görüyor musunuz? Padişah, çok sevdiği Evliyâ Çelebi’ye lazım olan kitapları tespit ediyor, üşenmeden kendi eliyle Hazinebaşı’na bir yazı yazarak gerekli kitapların acilen teminini emrediyor ve gelen kitaplarla beraber daha pek çok kıymetli emtiayı da Çelebi’ye hediye ediyor. Keşke vakit ve imkân olsa da bu hadisenin anlatıldığı o sayfalar kâmilen okunsa!
Bir Günü 259 Saat Yapmamız Lazım
Tarık Buğra, daha 23 Eylül 1973’te yazdığı bir yazısında, her gün basılan yüzlerce kitaptan bahsederek bunlara yetişememekten şikâyet ediyor:
“Kitapçı vitrin ve sergileri mantar tarlalarına döndü. İsimler, isimler, isimler… Yepyeni ve her soydan, soptan… Patagonyalısından, Kastenyallısından isimler. Yetmiş iki buçuk dilden, yetmiş iki kitap… Her Allah’ın günü. Nasıl baş etmeli, cahil kalmamak için ne yapmalı bilmem ki… Günü otuz yedi saate mi çıkarmalı ne?”2
Tarık Buğra 1973 yılında şikâyet ediyor ama 1973 yılında 7 bin 479 kitap okurla buluşurken;3 2015 yılında yayımlanan kitap sayısı 52 bin 56 olmuş.4 Yani nereden baksanız 45 bin kitap daha fazla! O zaman bizler Tarık Buğra’nın şikâyetini bugün için yapacaksak, yandı gülüm keten helva! Onun, günün 37 saate çıkması isteğini, 1973’te yayımlanan kitabın yaklaşık yedi katı bugün yayımlandığına göre bizim yediyle çarpıp revize etmemiz gerek.
Bu mantığa göre bugün yayımlanan kitap sayısı dikkate alındığında bir günü 259 saate mi çıkarmak lazım ne?
Kitap Neye Denir?
Peki, “Her yıl şu kadar kitap yayınlamıyor”, “Filanca ülke bizden şu kadar fazla kitap okuyor”, “Bir kitapla hayatım değişti”, “Kitapsız ev mezarlık gibidir…” benzeri sözleri söyleyip duruyoruz da “kitap” ne demek? Hepimizin kitap deyince aklına gelen bir tanım var. Daha bilimsel, daha rakamsal, daha anlaşılır olsun diye Türk Dil Kurumu sözlüğüne başvuruyoruz. İşte TDK’da “Kitap”ın tanımı: “Yazılmış ya da basılmış yaprakların bir araya getirilmesinden oluşan, 49 sayfadan az olmayanve bir konuyu belirli bir düzen içinde sunan yapıt.”
TDK sayfa sayısı bile vermiş: Kitap en az 49 sayfa olmalı, niye? Şu an o konuya odaklanmıyoruz, ayrıca araştırmak gerek. Biz kitabın tanımını kabaca “Belli konuda yazılmış sayfaların bir araya getirilip ciltlenmiş hali” diyelim. Bugün için kitap budur. TDK’ya uyalım en az kırk dokuz sayfa olsun, üst sınırı var mı onu bilmiyorum. Sayfalar arttıkça artık onu cilt olarak ayırmaya başlıyoruz; 1. Cilt, 2. Cilt, 3. Cilt… diye.
Ama sonuçta “kitap” pek çok sayfanın bir araya getirilmiş hali demek. Pek çok sayfanın bir araya getirilmesi. Her zaman kitap deyince bu mu anlaşıldı? Kitap dediğimizde sayfaların yekûnunu mu anlamalıyız? Yoksa kitabın başka halleri de mi vardı?
Tanpınar’ın Kitapla İlgili Olağanüstü Dikkati
Âcizane kanaatim odur ki, hangi meselede bir sorun yaşıyorsak Tanpınar’a başvurduğumuzda o sorunu çok daha ivedilikle anlayıp çözebileceğiz. Kitap meselesinde olduğu gibi. Biz kitap deyince “sayfalar” dolusu metinleri anlıyoruz ama Tanpınar öyle demiyor işte. Ona göre eskiden kitap deyince koca koca ciltler anlaşılmıyordu. Hem bizde hem de Batı’da aynı anlayış vardı. Bazen bir şiir, bazen bir şiir parçası bir kitap olarak değerlendirilirdi. Mesela biz bugün herhangi bir şairin divanı için, mesela Fuzûlî Divanı diyelim, bir kitap diyoruz. Oysa eskilerin nazarında bir kitap değil, kitaplar yekûnu idi:
“Bizim eski kültürümüzde Divan, müstakil eser değildi. Müstakil eserleri toplayan bir dergiler bütünü idi. Çünkü eski şiirde kitap yoktu. Gazel, kaside, rubai, mesnevi gibi şekiller vardı. Yunanlılarda, onlardan geçerek Garplılarda da böyledir. Bir divan, Gazeliyat, Kasaid, Musammatlar gibi kısımlara ayrılıyor. Eskinin en iyi ve en yeni baskısı olan Bulak baskısı bunları ayrı cüzler halinde basmış ve her birinin sayfa numarasını ayrı ayrı koymuştur. Çünkü eskiler, şiirde eserin tek manzume olduğunu iyi bilirlerdi. Arapların Muallakat’ı tek manzume üzerine idi. Hatta tek bir manzumenin içinde asıl dikkat, şiirin külçelendiği yerde toplanırdı. Ragıp Paşa’nın Eğer maksûd eserse mısra-ı berceste kâfidir hükmü buradan gelir.”5 Tanpınar’ın bu yargısına katılmıyor olabilirsiniz ama devamında verdiği şu örneklere bir bakın:
“Beethoven birkaç yüz eser bırakmış, Baudelaire’in, Mallarme’nin de tek kitabı var fakat Baudelaire’in kitabında iki yüz kadar manzume var ve her manzumede de bu kadar mısra. Mallarme’de de yetmiş manzume ver her manzumede şu kadar mısra var. Dante ebediyata Divina Commedia’sıyla geçer. Bakarsanız tek kitaptır. Muasırı ressam ve heykeltıraşların her birinin bine yakın eseri var. Ama hakikatte Dante’nin eseri bir değil ki.”6
Biz Tanpınar’ın örneklerini artıralım: Nedim’in bir tek Divanı var elimizde. Şimdi biz “Nedim’in bir tek şiir kitabı vardır” mı diyeceğiz? Mehmet Akif’in bütün şiirleri Safahat’ta toplanmış, elinize aldığınızda Safahat bir tek kitaptır, içindeki her bölüm kitap olarak adlandırılmasına ve böylece içinde yedi kitap olmasına rağmen (mesela Gölgeler kitabı) biz Safahat’ı -bugünün mantığıyla- bir tek kitap olarak mı değerlendireceğiz yahut Necip Fazıl’ın Çile’si bir tek kitap olarak mevcut, onun bir kitaplık şiiri mi var diyeceğiz?
Tanpınar bu konudaki örneklerini artırıyor ve aslında bizim bugün için küçücük gördüğümüz şiir veya nesir parçalarının tarih boyunca nasıl devasa eserlerin ilham kaynağı olduğuna işaret ediyor: “Dante’den sonra ve ta zamanımıza, benim bildiğim D’Annunzio’ya kadar, şiirde, romanda, tiyatroda, musikide o kadar tesir yapan, modern aşkın ve dolayısıyla romanın başlangıcı olan Francesca de Rimini episodu tam bir kaside bile tutmaz. Hapsolduğu kalede çocuklarının başını yiyen Ugali’nin hikâyesi birkaç üçüzlük kıtada biter.”7
“Dante’nin ‘Araf’ından şöyle, yirmi otuz parça vardır ki bütün Rönesans resmine can vermiştir. Homeros’ta saray tasvirleri iki üç satırda tükenir. Fakat bazı restorasyon teşebbüslerine esas olur. Hele Kadim Yunan dasitanının ilah portreleri. Çoğu kez bir sıfatladır. Fakat klasik sanatın son çağları bu tek cümlelik veya kelimelik vasıflarını bir asırda tüketir.”8
Tanpınar “yalnız şurası unutulmamalıdır ki, bir manzume tek başına bir eserdir.”9 sözünden yola çıkıyor ve ona göre Baudelaire’i “Nature” sonesi veya “Balcon” şiiri müstakil birer eserdir. Bunun gibi Yahya Kemal’in “Deniz Türküsü”, “Hayal Şehir” ve “Açık Deniz” şiirleri de birer müstakil eserdir.10
Tanpınar ne kadar da haklı! Aşağı yukarı hepimiz biliriz, Şeyhî’nin Harnâme adlı bir mesnevisi vardır. Biz buna Şeyhî’nin eseri diyoruz. Peki Harnâme’nin uzunluğu ne kadar? Toplam 126 beyittir. Üç yüz beyti aşkın kasideler düşünüldüğünde ne kadar da az!
Bendeniz Tanpınar’a bütün kalbimle katılıyorum. Ve elimizden geldiğince onun katıldığım bu tespitleri çerçevesinde Divan Şiirinin “kitap” etrafında oluşan dünyasından okuyucuyu haberdar etmeye niyetleniyorum. İçim rahat çünkü “haberdar edeceğim” demiyorum, “niyetleniyorum” diyorum. Eskilerin tabiriyle “niyet hayır, akıbet hayır.”
Başlangıcı divan edebiyatı dediğimiz edebiyatın hüküm sürdüğü çağlar boyunca, atalarımız “kitap” deyince neyi anlıyorlardı, kitabı, ister metaforla ister düz anlamla hangi gösterilenlerin göstereni yapıyorlardı, kitap çerçevesinde oluşan metinler hangileriydi, bugün bu metinler bugünün insanına ne anlatıyor… mevzuları çerçevesinde olacak. Sonra da Tanpınar’ın yürekten katıldığım şu cümlesi derûnunda metinler yazmaya gayret sarfedeceğiz:
“Hemen her kasidede başka sanatların beş on mustakil eserde harcayabileceği şeyler var.”11
DİPNOT:
1- Evliya Celebi Seyahatnamesi, (Haz: Robert DANKOFF – Seyit Ali KAHRAMAN – Yucel DAĞLI), I. Kitap, YKY, s. C.1, s. 112.
2- Tarık Buğra, Duşman Kazanmak Sanatı, Otuken Yay., 2. Basım İstanbul 2002, s. 180.
3- (http://arsiv.ntv.com.tr/news/58258.asp)
4- (http://mulkiyehaber.net/ 2015te-kac-kitap-basildi/)
5- Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk: Denemeler-Mektuplar-Roportajlar, (Haz: Erol Gokşen), Dergah yay., İstanbul 2016, s. 157.
6- Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk: Denemeler-Mektuplar-Roportajlar, (Haz: Erol Gokşen), Dergah yay., İstanbul 2016, s. 158.
7- Ahmet Hamdi Tanpınar, Hep Aynı Boşluk: Denemeler-Mektuplar-Roportajlar, (Haz: Erol Gokşen), Dergah yay., İstanbul 2016, s. 158.
8- Tanpınar, A.g.e., s. 158.
9- Tanpınar, A.g.e.,s. 159.
10- Tanpınar, A.g.e., s. 159.
11- Tanpınar, A.g.e., s. 158.