Sümeyra Çelebi
Merhaba Sayaka Hanım. Fani ömrümüzde büyük ihtimalle aynı ülkede dahi bulunmayacağımız, farklı dilleri konuştuğumuz, başka fikirlere, inançlara sahip olduğumuz insanlarla bir kitap çevresinde buluşmak ne kadar etkileyici değil mi? Size yazmaya başlarken, zaten herkesçe malum olan bu durumu bir kez daha hayranlık içeren bir hayretle fark ettim.
Size yazmama vesile olan kitabınız Kasiyer. Yazdığınız onca kitap ve aldığınız ödüller benim takdirime ihtiyaç duymaksızın kaleminizin kuvvetini ispat ediyor zaten. (Öyle mi? Bir insan başarısı belli bir oranda takdir gördükten sonra yeterli tatmine ulaşır ve onaylanıp onaylanmadığına, beğenilip beğenilmediğine dair merak ya da kaygısı yok olur mu? Yoksa her seferinde kulak verir, göz gezdirir mi insanların yorumlarına?)
Konumuza dönecek olursak, sizinle konuşmak istediğim asıl mevzu kitabınızın da meselesi olan normallik ve normalin sınırları. Bir yandan herkesin herkes hakkında her şeyi pervasızca konuşabildiği, öte yandan kimsenin kimse hakkında herhangi bir şey konuşmaya hakkının olmadığı savunulan zamanlarda yaşıyoruz. Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da illa ve asla yani bizim buralarda kullanılan tabirle ifrat ve tefrit arasında gidip geliyoruz.
Sizin kitabınızda birinci grubun eleştirisi yoğun olarak kendini gösteriyor. Toplumun standart “normal” anlayışı dışındaki Furukura’nın, “normal ol” çağrıları karşısındaki normalin ne olduğunu bilemeyişinden kaynaklı şaşkın çaresizliğine şahit olduk kurgunuzda.
Endişe Etmemek Mümkün mü?
İnsanların her birinin farklı yaradılışı olduğu, bazı konularda tek bir doğru olmayıp, kişilere ve şartlara göre “ideal” olanın değişebileceğini düşünüyorum ben de. Fakat beşeri hususlarda sınırsızlık, hayatı algılama biçimime ters olacak ki bu esneme payının da bir sınırı olduğu kanaatindeyim. Misal evlenmemek bir tercih olabilir ancak “Neden evlenmiyorsun?” sorularına cevap bulamayınca eve bir adam alıp banyoda beslemek, üstüne bunun neresinin “anormal” olduğunu anlayamamak endişe uyandırıcıdır.
Yarı zamanlı çalışmayı seçmek, çalışılan işi, mesleği canı gönülden sevmek anlaşılabilir ancak bedeninin markete ait olduğunu düşünmek, aylar sonra ailenin yaşadığı mahalleye gittiğinde, annenin “Baban seni özledi, eve de bir uğrasan.” çağrısına “Yarın erken kalkmalıyım.” gibi duygusuz bir cevapla mukabele etmek normal sayılamaz. Değil mi?
Duygularla ilgili, sosyallikle ya da cinsellikle ilgili; toplumdan tamamen farklı olan insanları, bir tercihle bile değil yapısal olarak farklı insanları kendi hallerine bırakmamızı mı istiyorsunuz bizden tabu yıkıcılar olarak?
Kardeşinin çocuğuyla herhangi bir çocuk arasında neden fark olduğunu anlayamayan bir kız kardeş karşısında, onun banyo küvetinde yaşayan bir adamla karşılaştığında, abladan “Benim kardeşim de böyle bir insan.” deyip elini yıkayıp banyodan çıkmasını bekliyor olamazsınız. Değil mi?
Konuşmaya Bahane Lazım
Bilemiyorum; kilo, evlilik, iş, mezuniyet, ilişkiler, inanç, maddiyat… İnsanlara sormamamız gerektiği söylenen başlıklara her geçen gün yenisi ekleniyor. Sanat, edebiyat, spor ya da herhangi bir özel ilgi alanı, ortak zevki olmayan insanların haydi daha açık olalım “sıradan” insanın konuşacak konusu kalmayacak bu gidişle.
“O zaman konuşmayalım, konuşmak zorunda mıyız?” mı diyorsunuz?
Bilemiyorum, bu konuların üzerinde düşünmeye biraz daha devam etmeliyim sanırım.
Tekrar görüşünceye dek hoşça bakın zatınıza.
Sevgilerle.