OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Nurettin Topçu’nun Yarınki Türkiye’sine Gönülden Bağlıyım

Söyleşi: Ezel Erverdi

Konuşan: Şeyma Subaşı

Dergah Yayınları’ndan yakın zamanda çıkan Sabahı Beklemeden kitabının yazarı Ezel Erverdi ile kitap ve yayıncılık üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Kıymetli yayıncı Erverdi, ilgili eserde yayıncılık serüveninin dünü ve bugününden, Dergah Dergisi ve Dergah Yayınları’na geçilen süreçten ayrıntılı bir şekilde bahsediyor ve kitap belgelerle destekleniyor. 

Yayıncılık serüveninizden ve tecrübelerinizden bahsettiğiniz bir eser olan Sabahı Beklemeden Dergah Yayınları’ndan yayımlandı. Merhum fikir adamı Nurettin Topçu’nun manevi başkanlık ettiği Milliyetçiler Derneği’nden Türkiye Milliyetçiler Cemiyeti’ne kısacası bugüne kadarki süreçten bahsediyorsunuz eserde. Tabii derneğin kurulması ve devam ettirilmesi konusunda yaşanan güçlükler, kayıplar ve meselenin siyasi bir ayağı da var. Kitabı henüz okumayanlar için biraz bahsetmek ister misiniz?

Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneği ile ilgili geniş bilgileri Nurettin Topçu, Dünden Kalanlar ve Geleceğe Umutlar kitabında yazdım. 1959-60 ders yılında İstanbul Erkek Lisesi’nde Nurettin Topçu’nun öğrencisi oldum. Nurettin Bey, Sorbonne’da doktorasını, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde doçentlik tezini vermiş bir öğretmenimizdi. 

Öğretmenliği her şeyin üzerinde gören bir kişiydi. Amerikancılığa karşıydı, sosyalizme inanıyordu ve tasavvufi düşünceye gönül vermişti. 1960’ların Türkiye’sinde böyle bir kişi yok. 1953’te kurulan Milliyetçiler Derneği’nin bir nev’i manevi başkanıydı. Dernek’te seminerler ve konferanslar veriliyor, anma günleri tertip ediliyor. 

Derneğe 1964’te büyük teveccüh yaşandı. Birçok şehirde şube açıldı. Bu yöneliş “bazı yerleri” rahatsız etti. Genel Kurulda, aralarında derneğin kurucularından iki kişinin de olduğu bir “grup”, “Biz sosyalist değiliz” diyerek ortalığı karıştırdı, birçok hukuk dışı olay yaşandı. Derneğin on bir yıllık geçmişinde yaşanmamış bir olaydı bu. Nurettin Topçu’ya bağlı olanlar mahkemeye müracaat yerine yeni dernek kurmayı seçti, Türkiye Milliyetçiler Derneği’ni kurdular. Faaliyetlerimiz yeni kurulan dernekte yürütüldü. Bu olaydan sonra Milliyetçiler Derneği şubeleri kapandı. Dernekte kalanlar bir müddet musiki ağırlıklı çalışmalar yaptı, Ramazan’da iftar verdiler. 12 Eylül 1980’de faaliyetsizlikten kapatıldı. 1966 Ocak ayında Hareket Dergisi’ni yayımladık, 1967’de Hareket Yayınları’nı kurduk. Daha sonra kültür faaliyetlerimiz Anadolu Fikir Derneği’nde yürütüldü.

Hayat boyunca birçok olay yaşıyoruz. Hayaller, tasavvurlar, gerçekler. Hayatın gerçekleri sonunda galip geliyor. Oğlumun ismi Asım. Bir hedeften dolayı. Hedefe düşe kalka ilerliyoruz.

Nurettin Topçu’nun Yarınki Türkiye kitabından bir bölüm paylaşıyorsunuz. Fevkalade heyecanlandıran ve umut duymamızı sağlayan bir pasaj bu. Gelinen noktada Topçu’nun kurduğu bu tasavvuru devam ettirebiliyor muyuz? Yoksa Mustafa Kutlu’nun Ya Tahammül Ya Sefer adlı eserinde bir şeyleri kaybeden Asım karakteri miyiz? Bizden beklenen Asım’ın nesli olmak oysa…

Nurettin Topçu’nun Yarınki Türkiye’sine gönülden bağlıyım. Kitapta birçok düşünce, tasavvur var. Hayatta gerçekleri yaşıyoruz. İlk baskısı Ekim 1983’de yapılan Ya Tahammül Ya Sefer kitabında on üç hikaye var. “Ya Tahammül Ya Sefer” bu hikayelerden biri. Mustafa Kutlu pek çok hikayesinde gerçekçidir. Mehmet Akif Ersoy’un “Asım’ın nesli” bambaşka bir tasavvur. 

23 Nisan 2011’de Dergah Yayınları’ndan emekli oldum. Hayat boyunca birçok olay yaşıyoruz. Hayaller, tasavvurlar, gerçekler. Hayatın gerçekleri sonunda galip geliyor. Oğlumun ismi Asım. Bir hedeften dolayı. Hedefe düşe kalka ilerliyoruz.

Hareket Dergisi’nin devamı olarak düşünülen ve yayıneviniz bünyesinde çıkan ve birçok gencin yetişme yeri olan Dergah Dergisi ise yayın hayatına ara verme kararı aldı. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Dergi tekrar yayın hayatına geri dönecek mi?

İstanbul Dergah Kitabevi 18 Mayıs 1974’te açıldığında Nurettin Topçu çok mutlu olmuştu, “Babıali kurtuldu” sözü aşırı iyimser. Üç katlı kitabevinde yalnız kitap satmak istiyorduk. Zorluk yaşanınca kırtasiye satışına başladık. İktisadi zorluklardan dolayı Dergah Dergisi’nin yayımına genç yöneticiler ara verdi. Bir müddet sonra tekrar yayın hayatına döneceğini tahmin ediyorum. Buna inanıyorum.

Bu noktada piyasada kağıt fiyatlarının artışı ve dergilerin zorluk yaşaması hakkında neler söylemek istersiniz? Bu konuda yetkili kişiler tarafından bir kültür politikası ortaya konmalı mı? Ne gibi önlemler alınabilir?

İktisadi hayatın dışındayım. Fikrim sorulunca bildiklerimi söylüyorum. Piyasa zorluklarını genç yöneticiler yaşıyor. Gençler Dergah Yayınları’nı daha da büyüttüler, yeni seriler ilave ettiler. “Kültür politikası” oluşturmak zor iş. Gençler inşallah başarırlar.

Kitapta Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nden de bahsediyorsunuz. Yaptığınız görüşmeler sonucu ansiklopedi hazırlamanın zorlukları noktasında yılmadınız ve edebiyat tarihimize bu kıymetli çalışmayı kazandırdınız. Yayım sürecinde yayın kurulunda yer alan isimler dışında size destek olan birçok isim de var bu noktada. Mesela Behçet Necatigil gibi. Bu süreçten de bahsedebilir misiniz?

Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin yayım maliyeti gücümüzün çok üzerindeydi. İlk cilt fasiküller halinde yayımlandı. Yayım başladığında birçok çevreden hakkımızda dedikodular ürettiler. “Parayı nereden bulmuşuz?” Yayım öncesi Mehmet Kaplan, “Bu iş sizin gücünüzü çok aşar.” diye karşı çıktı. İlk fasikülün yayımından sonra rahmetli Mehmet Kaplan hep yanımızda oldu. İnci Enginün gibi birçok ilim insanı bizi destekledi. Madde başına telif ücreti ödüyorduk, ama destek bunun dışındaydı. Rahmetli Behçet Necatigil de ilk yayımdan sonra bizi destekledi. Destek verenlerin ismini burada sıralayamıyorum. Unuttuğum isimlere sonra çok üzülürüm. İlk yol gösterenlerden biri de rahmetli Nezihe Araz’dı. Meydan Larouesse tecrübelerini yansıttı.

Eserinizde aynı zamanda Ömer Seyfettin’in sizi çok etkileyen “Yalnız Efe” hikayesinden bahsediyorsunuz. Ömer Seyfettin’in daha sonra roman olarak yazdığı fakat sonlandıramadığı bir hikaye “Yalnız Efe”. Sinemaya aktarma düşüncesi nasıl gelişti?

12 Eylül 1980’de yapılan askeri müdahale sonrası, partiler kapatıldı, parti yöneticilerine on yıl siyaset yasağı getirilmişti. 1983 genel seçimlerinde askeri yönetimin desteklediği Milliyetçi Demokrasi Partisi iktidar olamadı. Turgut Özal’ın genel başkanlığını yaptığı Anavatan Partisi iktidar oldu. Siyasi hayatın renklenmesine rağmen yurdun üstündeki sessizlik hakimdi. 

Ömer Seyfettin’inin 1918’de yazdığı “Yalnız Efe” hikayesini televizyona aktarmak istedim. Birçok zorluklar yaşadık, sonunda başardık. Hikayede o dönemde devletin topraklarında kanun tanımaz hareketler hüküm sürmektedir. Toplum sessizliğe bürünmüş, kanun tanımaz zorbaların hakimiyetine bir genç kadının başkaldırması hikayede öne çıkan noktadır. “Yalnız Efe” bir başkaldırmadır. Sabahı Beklemeden’de dizi çekiminde yaşadığımız zorlukları yazdım.

Yayıncılık mesleğinin büyüsüne kapılanlar kolay kolay bu mesleğin dışında kalamıyorlar. Sizin için de bu böyle mi? Hayatınızın bu evresinde yayıncılık dünyası size neler kazandırdı?

Çok genç yaşta yayımcılığa başladım. Kaydolduğum İstanbul Tıp Fakültesi’nden yirmi dört yıl sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Hiç hekimlik yapmadım. Hayatım yayımcılıkla geçti. Çok yazar tanıdım, Kemal Tahir bunlardan biri. İsmet Özel, Cemil Meriç ve diğerleri. Üniversite muhitinde Mehmet Kaplan, İnci Enginün ve onlarca öğretim görevlisi tanıdım. Sinema muhitinde başta Metin Erksan ve Halit Refiğ… Kiminden bilgiler aldım, kimi sayesinde dünyaya bakışım zenginleşti. Yayıncılığın kazandırdıkları bu soruya yazamayacağım kadar çok.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?