Belki de özün peşinde olmak, ona ulaşabilmek de bir toprağa ekilmeden durmaksızın yol almaktır, savrulmaktır oradan oraya.
Nurcan Doğan
Geçenlerde yaşı epey geçmiş, sesinde yaşanmışlıklardan çıkardığı bolca ders olan bir beyefendi misafirimiz oldu. Birçok şey söyledi hayata dair. Birini unutmamak üzere yazdım zihnime. “Hayat rüzgarın önünde savrulan yaprak gibi. İnsanlar ondan saçılan tohumlar. Kimi kendine bir toprak bulup sulanıyor, bulduğu yerde yeşillenip uzuyor, büyüyor; kimi tutunamıyor toprağına, savrulmaya devam ediyor.” Derinlerinde birçok olasılığı saklayan bir söz oldu bu.
Kendine ait toprağı bulan, sulanıp filizlenen tohumun kimi yapraksız büyür, çiçeksiz, meyvesiz, kuru dalları saklar içinde. Anlamın sırrını bulamadan keskin bir el tarafından yok edilir. Kimi yanına toplar cümle alemi. Öyle güzel, öyle bakılası, öyle kulak verilesidir. Durmak bilmeden savrulanlar, hiç toprağını bulamayacak olanlar ise içinde onlarca hikaye gizli olandır aslında. Belki de özün peşinde olmak, ona ulaşabilmek de bir toprağa ekilmeden durmaksızın yol almaktır, savrulmaktır oradan oraya. O kadar da kötü değildir belki filizlenecek toprak bulamamak. Esas olan, savrulsak da savrulduğumuzun bilinciyle, bizi savuran rüzgarın varlığını hissetmekle, farkında olmanın farkındalığıyla yol almaktır.
Ben hangi taraftayım bilmiyorum. Bazen savruluyor oluyorum oradan oraya, bazen tamam diyorum yolumu buldum, aynen böyle devam yaşamaya. Sonra bir bakıyorum yine uçurmuş bir rüzgar bilmediğim yerlere.
Kendimize Ait İzler
Yakın zamana kadar kurgulara dönüp bakmayan biriydim. Bilginin peşinden koşup kurguyla dolu olan satırlara “zaten hayat da kurgu gibi ne gerek var onlara” diyerek sırt dönenlerdendim. Sonra bir hocam, “kurgular insanı tanımanın güzel yoludur. Kurgularla aynı zamanda insan analizi yaparsınız” dedi. Onun sözlerinden sonra ben de ara ara kurgunun deryasına dalanlardan oldum.
Söylediklerini hissederek yaşadım hocamın. Bir şey daha keşfettim. Özellikle öykülerde, insanlar okudukları bu satırlarda kendi hikayesinden bir parçanın izini de buluyordu. Misafirimizin hayat tanımlamasında kendime ait bir iz bulmaya çalışmam gibi, satırlarda da aradığımız, varlığımızı hissetme çabası galiba. İnsan o satırlarda, hayalleri yıkılan bir zihnin mücadelesine kendisini eşlik ettiriyor, özlem duyulanla özlemler hatırlanıyor, gidilemeyen yollarda kendi gidememişliklerini hatırlıyor. Hayatının en mutlu gününü yaşayan karakterle kendi en mutlu gününü yaşatıyor aynı satırda.
Yaşamanın Hakkını Ver, Ölüm Yakın
Okuduğum öyküler arasında altı çizili sözlerin en fazla olduğu Gidilmemiş Yerlerin Türküsü’nde bir şey daha var. Herkesin hikayesi kilidini bazen kendisinin bile kaybedip bulamadığı, kendisine ait kapılar ardında gizli. Kendi zihninin koridorlarında saklı. Bazılarımız kendisini o kapılara hapsediyor, çıkmak bilmiyor. Necip Tosun, bizi bağlandığımız saatlerden, geçmişin dehlizlerinden kopup ana döndüren, kilitli kapıları yerinde bırakıp “şu an”ın kıymetini ve alıp verdiğimiz her bir nefesin şükrünü hissettiren satırlar kaleme almış.
Özetle şöyle söylüyor kitap: “Arkadaşım, hayat yanı başında. İçtiğin suya bak göreceksin, bakabildiğin gökyüzünde, atabildiğin adımda, yanı başındaki arkadaşında, ailenden birinin varlığında, aldığın nefeste hissedeceksin. Olamamışlıkların pençesinde şifayı çok uzakta arıyorsun, yapma. Hayat seninle, burada, şimdiki varlığında, sende gizli. Derin bir nefes al ve hissedebilmenin aydınlığında yaşamanın hakkını ver. Ama unutmadan şunu da söylemem lazım sevgili dostum, ölüm çok yakın, hazırlıklı olmak lazım.”