Mustafa Özel
Romancıda hissettiğim kahince içgörüyü romanın kendisinde mi aramalıyım? Şu sıralar bana öyle geliyor ki, iyi roman kendini yazdırıyor. Düşünün, 1840’larda kırk yaşlarında hasta bir Rus, kapitalizme geçiş sancıları çeken “feodal” bir ülkede “kapitalist gerçekçiliğin” destanını yazabiliyor: Ölü Canlar.
Yüz seksen yıl sonra, Avrupa kapitalizminin kalbindeki bir bankada, roman kahramanımız Çiçikov’un ölü canlar satınalma projesinin “ölü banka hesaplarıyla oynama” tarzında ete kemiğe bürüneceğini Belinsky bile öngöremezdi. Ülkesinin en büyük edebi otoritesi sayılan bu saygın eleştirmene göre, Gogol, Ölü Canlar başlıklı matrak hikayesiyle “On dokuzuncu yüzyıl gerçekçi Rus romanını” başlatmıştı. Bu yargıyı artık genişletebiliriz: Gogol bu romanıyla Rusya’da feodal anlayıştan kapitalist zihniyete geçmeye çalışmanın da “en gerçekçi tarihini” yazdı.[1] Tanpınar ondan yüz yıl sonra bile ne kadar uğraşsa bir Çiçikov kurgulayamadı; zira içinden çıktığı cemiyetin kumaşı Çiçikovluğa uygun değildi. Romanında Sırmakeş Nuri Efendi şöyle dursun, sarraf Agop bile içindeki anti-kapitalisti yok edemiyordu.
“Zihni sürekli yeni işler üzerine çalışan, boyuna planlar yapıp duran” roman kahramanımız Çiçikov’un büyük inovasyonunu hatırlayalım: Hesapsızlığı yüzünden çiftliğini rehin vermek zorunda kalan bir çiftçinin vekilliğini yaparken, rehin bırakılacak “canların” (“serf” veya toprak kölelerinin) yarısının ölü olduğu anlaşılıyor. Bu durum “kahramanımızın kafasında, bugüne dek insanoğlunun gördüğü göreceği en yaratıcı düşüncenin doğmasına” yol açıyor.
Belki Bu Destan Hiç Yazılmayacaktı
Devletin bedava toprak verdiği uzak yörelerde, bu hakkı koparabilmek için kağıt üzerinde şu kadar can sahibi olduğunuzu kanıtlamanız gerekiyor. Zihnin- de bu ışık yanar yanmaz kolları sıvayan Çiçikov, köyünün adını bile hayal ediyor: Çiçikova! Her can için hazineden 200 rublecik kredi istese, bir anda 200 bin rublelik bir “yatırım sermayesi” olacaktır. “Kahramanımız kafasında böyle tuhaf bir plan kurmuştu işte. Bilmiyorum, okuyucular bundan yazarın hoşlandığı kadar hoşlanacaklar mı? Söylemek zor bunu. Zira ne derseniz deyin, Çiçikov’un aklına böyle bir şey gelmeseydi bu destan hiç yazılmayacaktı.”[2]
Klasik destanlardan farklı olarak, hesapsız da olsa erdemli insanı değil, dalavereci de olsa hesapçı insanı “arabaya koşan” bu romanda, Rusya’yı kanatlandıracağı umulan yeni insan tipi Çiçikov, çiftlik çiftlik dolaşarak, ölüp de listeden düşülmediği için sahibinin devlete vergi vermeye devam ettiği “canları” onlardan satın almakla kendilerine iyilik etse de, her “satıcı” ayrı bir tavır sergiliyor. Ölü Canlar sadece bu yönüyle, Balzac’ı bile kıskandırabilecek bir edebi sosyoloji kuruyor. Biz Çiçikov’un yaşlı kadın Koroboçka’yla (Nastasya Petrovna) yaptığı pazarlık ile yetinelim:
Ah, anam babam ah, canlarımın on sekizi öldü. Halk temsilcisi geldi, kölelerinin vergilerini öde bakalım dedi. Kölelerim ölmüş, yaşıyorlarmış gibi vergilerini ödeyecekmişim.
Verin onları bana anacığım.
» Neleri anam babam?
» Ölen kölelerinizi. Ya da satın. Onlara karşılık para veririm size.
» Nasıl yani, mezarlarından çıkarıp alacak mısınız onları?
» (Çiçikov bu işin sadece kağıt üzerinde kalacağını, satış sözleşmesinde hayattalarmış gibi yazılacağını izah eder.)
» Ama ölü onlar.
» Ölü olmadıklarını söyleyen yok. Boşuna vergilerini ödüyorsunuz. Sizi bu yükten kurtarıyorum.
» Doğrusunu istersen, anlayamadım. Şimdiye kadar hiç ölü köle satmamıştım da…
Ölü Hesaplarla Banka Kurtarmak!
Başka bir Nastasya, 2020 yılında adaşı Nastasya Petrovna’nın Royal Bank of Scotland’da (RBS) yönetici olamayacağını, çünkü orada yöneticilerin ölü canlara gözleri gibi baktıklarını söylüyordu. “Ekonominin patlama yıllarında, bir müşterinin ölüm haberi geldiğinde, hesap şefleri prim almak maksadıyla yeni ölünün hesabını hemencecik Kalantor Müşteri hesabına (Premier account) geçirir, ölüm belgesini daha sonra dosyaya koyarlardı. Bunun küçük çaplı bir dalavere olduğu sonradan anlaşıldı.” Bu olayı yorumlayan iki araştırmacı, RBS yöneticileri Gogol’ün Çiçikov’u ayarında değildiler, diyorlar; çünkü ölü can alışverişi Çiçikov’un tek işiydi.
RBS’de ölü müşterileri kullanmak ise sayısız işlerden biriydi. Fakat, İskoç bankasındaki esas sahtecilik, “ölü müşterinin imzasını taklit edip gerçekte olmayan borç anlaşmaları ve garantiler hazırlamak, böylece bankanın batak borçlarının bir kısmını onların hesaplarına geçirmekti. İşlerin iyi gittiği yıllarda, pembe gözlükler takılarak gerçekleştirilmiş uzun vadeli faiz swapları yüzünden RBS milyarlarca dolar borcun altına sokulmuştu. Şimdi dahiyane bir fikirle, ölü müşterilerin hesaplarıyla oynamak suretiyle bu sorunu çözmüş oluyorlardı. Bu müşterilerden birinin dokuz yaşındaki kızının şu sözü olayın etkisini özetliyor: Hayatın birinci kuralı şu olmalı: Bir bankaya asla güvenme!” [3]
Nasıl güvenmeyecektik? Banka kapitalist ekonominin kalbi değil miydi? Gogol ile çağdaş olan Balzac, 1830’lardan itibaren finansal aktörlerin ekonomide ve toplumda oynadıkları rolü “roman diliyle” seslendirmeye çalışmıştı. Realist roman, sonradan Weber’in “kapitalist ruh” kavramıyla sosyal bilimlere telkin edeceği gerçekliği temsil edebilen edebi kurguydu.
Defoe’dan Dickens’a, Balzac’tan Zola’ya, Goethe’den Thomas Mann’a kadar İngiliz, Fransız ve Alman edebiyatının gerçekçi kurguları sonradan bu ülkelerin banka-merkezli sanayileşme veya kapitalistleşme tarihlerinin temel kaynakları arasına girdiler. Rusya’nın kapitalist realizminin edebi öncüleri içinde en önemli roman ise Gogol’ün Ölü Canlar’ı oldu.
Çiçeği burnunda bir edebiyat tarihine göre, Çiçikov’un şeması iktisadi hesaplamanın Rus edebiyatında bir temsil nesnesi olarak büyüyen önemine işarettir. Seamas O’Driscoll,Gogol’ün eserini “homo economicus’u bir Rus romanının kahramanına dönüştüren” ilk büyük girişim olarak görüyor. Uzun vadeli iktisadi gelişmenin ilk kuramcıları arasında sayılan Gerschenkron, Çiçikov’un uzun-vadeli “girişimci zaman ufku”na göre davranan ilk Rus edebi karakteri olduğunu gözlemliyor: “Çünkü şeması kapsamlı planlamayı, rasyonel hesaplamayı ve kısa vadede nefsin arzularına kapılmamayı içeriyor.”
Russell Valentino’nun görüşüne göre, Gogol Çiçikov’u eski kuşaklara özgü (atavistic) bir açgözlük yerine, modern öz-çıkarın “soğukkanlı tutkusuna” sahip bir kişi olarak resmederken 18. yüzyılın tutkular ve çıkarlar söylemine dayanıyor: Ölü Canlar, insanları, belgelerle temsil edilen ekonomik soyutlama birimlerine dönüştürmekle, serflik döneminde “canların” insanlıktan nasıl çıkarıldığına, Rus bürokrasisinin irileşmesine ve gelişmekte olan kapitalizmin belkemiği olan “evrensel hesaplanabilirlik” ilkesine eşzamanlı olarak işaret ediyor.[4]
Mahur Beste’nin Tuhaf Girişimcileri
Gogol’den yaklaşık yüz yıl sonra Tanpınar ilk romanı Mahur Beste’yi kaleme alırken, Rus yazardan daha ileri bir iktisat bilgisine sahipti. Ne var ki, kapitalistleşen Avrupa’nın önce ticari, sonra siyasi ve askeri müdahalesine maruz kalıp dağılmaya yüz tutan Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtında yaşadığından, Müslüman bir girişimciye “inovasyon” fikrini bile gayrimüslim Agop ile Lehistanlı Soloski üzerinden aşılayabiliyordu.
Sarraf Agop Efendi, Sırmakeş Nuri Bey’e caddeden geçmekte olan sırma giysili bir subayı göstererek, “Para kazanmasını bilen bir adam bu üniformalar sayesinde iki senede zengin olur.” diyordu. Yeni kara ve deniz orduları için apolet, kılıç kayışı, kordon gibi sırmalı eşya imal ederek iyi para kazanılacağı fikrini Agop’a söyleyen aslında Soloski adlı bir Leh subayı idi. Bu çok uluslu danışmanlık hizmeti sayesinde “Nuri Bey, Kapalıçarşı’da bir dükkanda askeri ve sivil üniformalar için lazım olan sırmalı eşya satmağa” başlıyor ve hemen piyasada sivriliyordu. Rakiplerine karşı başlıca üstünlüğü, kullandığı ecnebi sırmasının parlaklığı ve ucuzluğuydu. Her iki üstünlüğün “bilgi kaynağı” da Agop ile Soloski idi.[5]
Bu işten çok para kazanıyor Nuri Bey, fakat bir kapitaliste dönüşmüyor. Çünkü para hırsıyla yaşamıyor, “işi, iş için” seviyordu. Çiçikov’un daha çocukken sahip olduğu ve kapitalistliğin özünü oluşturan “birikim” zihniyeti ne uzaktı. “Geniş yaşamaktan hoşlanır, bir aylık kazancını bir gecede harcamaktan çekinmezdi.” Agop onun hesabına Avrupa tahvilleri alıp saklardı; kazandığı paranın hareketsiz kalmasını istemezdi. Kapitalizmin özü, paranın raksıydı: “Agop Efendi için para olduğu gibi kaldığı takdirde büyük bir kıymet değildi.”
Nuri Efendi kapitalist birikim ruhuna sahip değilse de, onun bu eksiğini diğer kahramanımız Agop dolduruyordu, diyebilseydik bari. Ne gezer! Bu hesapçı adamın da başlıca hayat derdi, Arnavut Hasan’a kaptırdığı o tepesi delik Mahmudiye altınına, ne kadar arasa da, asla kavuşamamasıydı! Agop küçük bir çocuk iken, ahır uşaklığını yaptığı İsmail Paşa konağında, ağanın hediye ettiği ilk Mahmudiye altını ile “o gece sabaha kadar uyumamış, bu tek altını çoğaltmaya çalışmış, soğukta buz kesmiş parmaklarıyla durmadan saymış, saydıkça unutmuş, unuttukça yeniden başlamış, sonra hayal zihinden göze geçmiş, ilkin ahırdaki bütün yemlikleri, bütün ahırı, nihayet koca konağı onlarla doldurmuş, yeni doğmuş bahar güneşi gibi sapsarı bir servet dünyasında sabahı etmişti.”
Hüzün ve Kapitalizm
Arnavut Hasan’ın Agop’un elinden kapıp bir de üstüne dayak attığı bu delik altın lira meselesi konakta duyulunca, Arnavut kovulmuş, Agop’a da İsmail Paşa tarafından büyük bir servetin ilk sermayesi olacak üç altın lira verilmişti. Agop bu parayı ticaret ve tefecilikte çoğalttıkça çoğaltmış, günün birinde Paşa’ya vekilharç olmuştu. “Agop Efendi, yeni rejimin verdiği imkânlarla çok para kazandı. Hele iltizam işlerinde, kaide edindiği ‘az kazanç, çok iş’ prensibiyle birkaç yılda serveti yirmi bin altını buldu.
Her akşam dükkânının kepengini indirdikten sonra küçük masasının başına oturur, eline geçen parayı, yıllarca bu işte ustalaşan parmaklarıyla yoklar, küçük meşin çantasına ‘bugün de böyle geçti’ der gibi hüzünlü bir ifadeyle, başını sallaya sallaya istif ederdi.” Bu yanıyla tam bir Çiçikov’du.
Ne var ki, Agop’un sermayesiyle beraber hüznü de artıyordu. Çünkü Arnavut Hasan’ın elinden aldığı o delik lirayı bir türlü unutamıyor ve ona bir türlü kavuşamıyordu. “Arnavut Hasan’ın, elinden hileyle aldığı o tepesi çiviyle delinmiş mahmudiye altını, Agop Efendi’nin ilk ve son sevgilisi, gene eline geçmemişti. Agop bütün ömrünce bu sevgiliyi binlerce benzeri arasında yorulmadan, bıkmadan aradı. Kendisini altınla temas haline getirecek her işe girdi, her çeşit ticarete başvurdu, fakat ona kavuşamadı. Bu onun ömrünün biricik hüznü idi.”
Hüzün ile kapitalizm aynı eve sığmıyordu.
[1] Mustafa Özel: Roman Diliyle İktisat, İstanbul: Küre Yayınları, 2018, s. 175-191.
[2] Gogol: Ölü Canlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, s. 258.
[3] Anastasia Nesvetailova ve Ronen Palan: Sabotage: The Hidden Nature of Finance, New York: Public Affairs, 2020, s. 84-6.
[4] Vadim Shneyder: Russia’s Capitalist Realism, Evanston: Northwestern University Press, 2021, s. 18.
[5] Ahmet Hamdi Tanpınar: Mahur Bes- te, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2016, s. 124-5.