OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Rıza Nur’un Bilinmeyen Eseri: Türk Şiirbiligi

İsmail Güleç

90 yıl sonra ulaşabildiğimiz bu eserde dile getirilen ve önerilen, yazıldığı devir için bir devrim niteliğinde olan hususlar günümüzde aynı heyecanı uyandırmaktan uzak görünmekte. Bunda doksan yıl boyunca bu sahada yapılan çalışmaların Türk şiirini getirdiği noktanın etkisi olmakla birlikte bugün için tartışmaya değer hususlar da var.

Cumhuriyet’in tartışılagelen simalarından Rıza Nur’un Türk şiirini ele aldığı Türk Şiirbiligi başlıklı kitabı Güler Doğan Averbek’in Berlin Devlet Kütüphanesi’nde bulunan “Kayıtsız Türkçe Yazmaların Tespiti” başlıklı projesinin bir semeresi olarak kültür ve edebiyatımıza kazandırıldı. 

Güler Doğan Averbek’in hem yazmayı bulması hem de Arzu Atik ile birlikte neşretmesi her türlü takdiri hak ediyor. Evvelen bu hakkı teslim edelim. Hem Milli Mücadele hem de Cumhuriyet’in kuruluşu yıllarında önemli görevlerde bulunmuş, muhtelif bakanlıklar yapmış Rıza Nur’u biz, önce doktor sonra politikacı kimliği ile biliriz. Birçok önemli kararın alınmasında ya bizzat içinde olarak ya da destekleyerek önayak olmuş, yeni Cumhuriyet’in inşasında söz sahibi olmak istemiş heyecanlı bir Türk milliyetçisi olan Rıza Nur, inandığı ve Türkiye’nin kurtuluş reçetesi olarak gördüğü Türkçülüğe sadece politikacı olarak değil aynı zamanda tarih, edebiyat ve kültüre dair yazdığı kitaplarla da hizmet etmiştir. 

Rıza Nur, Çizen: Abdullah Gök

On iki ciltlik Türk Tarihi’nin yanı sıra Garp ocaklarına mensup şairlerin şiirlerini yayınlamış ve hece veznini öne çıkaran yazılar yazmıştır. 6000 mısralık Oğuzname’yi hazırlamıştır. Ebülgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünü Türkiye Türkçesine çevirmiştir. Büyük Türk şairi Ali Şir Nevâî üzerine araştırmalarda bulunmuştur. “Kantik” adını verdiği milli ilahiler kaleme almış, Türk operası olmasını istediği için de opera metinleri kaleme alacak kadar yenilikçi olmuştur. Atatürk ve arkadaşlarını eleştirdiği ve kimi öznel değerlendirmelerde bulunduğu için yasaklanan Hayat ve Hatıratım’ı ise magazin değeri olduğundan bir ara çok popüler olsa da son yıllarda popülaritesini yitirmiştir.

Şiirbilig Nereden Gelir? 

Türkçeye, Türk kültürüne ve Türk edebiyatına karşı oldukça hassas olan Rıza Nur’un Türk Şiirbiligi isimli çalışmasını değerlendirmeden onun bu hassasiyetini bilmek ve ona göre yorumlamak gerektiğini hatırlatalım. Akademik kaygıdan daha çok bir ülkünün peşinden koşan Rıza Nur’un, bu eseriyle adeta Türk şiirini yeniden yazmak, farklı bir bakış açısıyla yeniden inşa etmek iddiasını güttüğü akıldan çıkarılmamalıdır. 

Türk Şiirbiligi’nden önce Arap Şiirbiligi yahut El-Aruz’u (Sinop 1926) kaleme alan Rıza Nur’un, yurt dışında bulunduğu esnada, son dört yılı çok yoğun geçen on dört yıllık bir sürede telif ettiği eserin mukaddimesinde Türk şiir ilminin ne bizde ne de Avrupa’da çalışıldığını iddia ederek başlar. Eserin kanaatimizce en özgün tarafı burasıdır. İlk defa kendisinin yaptığını ve bir başkasının çalışmasını taklit etmediğini söylediği bu eser için önce sayısı milyona varan şiirleri inceler, eserin sonunda isimleri sıralanan 515 kitabı da okur, birtakım kaideler tespit eder. Bu kaidelerle de Türk’ün şiir ilmini vücuda getirdiğini ifade eder. 

İlim adamları için yazdığını ve ilmi metotları takip ettiğini söyleyen Rıza Nur kitabında birtakım yeni tasnifler, isimlendirmeler ve tanımlar yapmakta ve bu isimlerin kullanılmasını istemektedir. Şiirbilig ismi de onun buluşudur. Sadece yeni bulunan bu isim değil mevcut edebi ıstılahlara da birçok Türkçe karşılık bulunarak Türk şiirine has bir terminoloji ihdas etmeye de çalışmıştır. Muhtasarı ebrece, ilim manasına bilig, şiiri konu edinen bilim şiyirbilig, bu konuda çalışan alimlere şiirbilig, sanayi-i nefise’ye yakışıklı sanatlar veya yakış-sanat’ı düşündüken sonra nefis sanat’ı, sanatkara heyecancı, edibe ede gibi karşılıklar önermesi ve kullanması bahse konu olan karşılıkların birkaçıdır.

Akademik kaygıdan daha çok bir ülkünün peşinden koşan Rıza Nur’un, bu eseriyle adeta Türk şiirini yeniden yazmak, farklı bir bakış açısıyla yeniden inşa etmek iddiasını güttüğü akıldan çıkarılmamalıdır.

Türk Şiirini Tasnif Etme Metodu 

Ancak 90 yıl sonra ulaşabildiğimiz bu eserde dile getirilen ve önerilen, yazıldığı devir için bir devrim niteliğinde olan hususlar günümüzde aynı heyecanı uyandırmaktan uzak görünmekte. Bunda doksan yıl boyunca bu sahada yapılan çalışmaların Türk şiirini getirdiği noktanın etkisi olmakla birlikte bugün için tartışmaya değer hususlar da var. 

Rıza Nur’un Türk şiirini, tarih ve coğrafyasına bakmadan bir bütün olarak ele alması ve ona göre tasnif etmesi kimi zorlukları da beraberinde getirmektedir. Halk şiiri ile klasik şiiri aynı başlık altında incelemesi, nazım biçim ve türlerini ayrım yapmadan art arda vermesi bugün elimizdeki mevcut bilgilere ve mantığımıza göre kabul edilmekten uzak durmaktadır. 

Rıza Nur’un dile getirdiği görüşlerin kimilerinin bugün için kabul edilebilir olduğunu iddia etmek pek kolay görünmemekte. Şairin, şiirini şiirbilig ilmine göre ve halkın diline, ruhuna ve usulüne göre yapması gerektiğine dair görüşlerini doğru kabul etmek yerine Rıza Nur’a göre iyi şiirin tarifi olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. 

Rıza Nur bizim şiir ilmimizin tedvin ve tespit edilmediğini söylediği yıllarda, Türk şiirine dair yayınlanmış birçok kitap oldu ğunu biliyoruz. Rıza Nur’un hiç kitap yok derken kastettiği şeyin, kendisine göre modern ve ilmi metotlarla yazılmış bir eserin bulunamamasıdır. Daha da önemlisi Rıza Nur’un bu görüşünü, sadece Türk şiirinin esaslarını düşünmeden, milli şiiri inşa etmekten uzak Arap-Fars geleneğini dikkate alarak hazırlanmış olmalarını göz önünde bulundurarak dile getirdiğini düşünebiliriz. 

Çelişkiler 

Rıza Nur bu çalışmasıyla Türk modernleşmesine edebiyat yönüyle hizmet etmekte. Kocamış diller dediği Arapça ve Farsça yerine Avrupa dillerinden Türk imlasına ve fonetiğine uydurarak almamız gerektiğini söylemesi şiiri modernleştirmek olarak da değerlendirilebilir. Ancak bunu yaparken bir trajedi ile karşı karşıya kalmakta. Arap ve Farsı görmezden gelmemeye çalışması çalışmasını birçok bakımdan eksiltmekte ve kendi içinde tenakuza düşürmektedir. İncelediğini söylediği milyonu bulan beyitlerin kahir ekseriyetinin Osmanlı şiiri olmasını Rıza Nur’un halk şiiri ile birlikte ele almakla aşmaya çalıştığını gözlemliyoruz. Bu gayreti ise başka sorunlar doğurmakta. Rıza Nur’un Türkçeyi gerileştirdiğini düşündüğü Uygur alfabesinden sonra kullanmaya başladığımız Arap harfli asırların Türk şiirinin gelişimine sunduğu katkıyı görmezden gelmesinin ardında kanaatimizce Rıza Nur’un bu gerçeğin farkında olmaması değil, öne sürdüğü teklifin doğru ve haklı olduğunu gösterme çabası olmalıdır.

Dönemin ruhuna da uygun olan Rıza Nur’un bu gayretleri ve düşünceleri, dilde sadeleştirme ve yeni Türkçe çalışmaları tecrübesinden sonra pek uygun bulunup yerleşmedi ve çok önem verdiği ve her seferinde çalışmasına gerekçe gösterdiği halkımızın müşterek dil hafızası, önerilen yeni kelimeleri kullanma ve muhafaza etme konusunda teklif sahipleri kadar hevesli olmadığını geçen yıllar içinde gösterdi. 

İki Yeni Kitap ve Bir Çalışma Bekliyoruz 

Bu kitabı gördükten sonra iki kitap veya çalışma bekliyoruz. İlki yazarın Türk Şiirinin Eveluasyonu isimli çalışmasının da kisve-i tab’a bürünmesi ki çalışılmaya başlandığını biliyorum. İkincisi elimizdeki bu metinde dile getirilen hususların, her bir bölümün teker teker ele alınarak öne sürülen iddiaların, arada geçen doksan yılın birikiminden süzülerek yeniden değerlendirilmesidir. Korkumuz, yapılmasını istediğimiz değerlendirmenin, mevzunun önemini ve bilgisini yeterince kavramamış ve sindirmemiş kişiler tarafından acelece yapılarak harcanmasıdır. 

Son olarak önce bir durumu yanlış anlaşılmaması için vuzuha kavuşturayım, sonra da merak ettiğim bir soruyu sorayım. Yukarıda yazdıklarımdan Rıza Nur’un bu eserinin önemsiz ve değersiz olduğu anlaşılmasın. Aksine çok değerli ve önemli buluyorum. Birçok çalışmanın başlatıcısı olacağı gibi kafalardaki birçok sorunun çözümüne de yardımcı olacaktır. Sorum ise şu; acaba Rıza Nur, bugünleri görmüş olsa idi doksan yıllık tecrübe ve birikimin ardından fikirlerinde bir değişiklik olur muydu? Özellikle 1930’lardaki dil ve edebiyata dair görüşlerin, üzerinden pek fazla zaman geçmeden terkedildiğini ve savunulmadığını gördükten sonra neler yazardı, çok merak ediyorum.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?