OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Salgından Önceki Güzel Günlere Düşülmüş Önemli Notlar

Ali Görkem Userin

Cihan Aktaş, kırk yıla yaklaşan yazı hayatında öykü ve romanları dışında İslamcılık, kadın ve başörtüsü algımıza dair kaleme aldığı derinlikli inceleme eserleriyle de düşünce dünyamızın mühim isimlerinden. 2020’de sinema merkezli iki kitabın (Hayallerin Ötesi ve Hatırladığım Filmler) ardından kırk eseri bulan zengin külliyatı içinde farklı yerde duran bir kitapla okuyucu karşısına çıktı: Seattle Günlüğü.

Seattle Günlüğü yakın sayılabilecek bir dönemin, 11 Ekim 2018 ile 12 Mart 2019 arasındaki altı ayın kayıtlarından oluşuyor. Asım Öz, yazdığı sunuşta kısaca günlük türüne değindikten sonra kitaba dair yerinde bir tespitte bulunuyor: “Karşılaşma ve deneyim ölçeğinin zenginliği ile öne çıkan Seattle Günlüğü, aslında baştan sona duygusal tecrübenin ve mutluluğun anlatısıdır.” Gerçekten de torunu henüz doğmadan müstakbel anneanne sıfatıyla Aktaş’ın dünyanın öbür ucu mesabesindeki Seattle’a gitmesi bu heyecanın bir sonucudur.

Torun, bir anlamda aileyi ve aile üyelerinin rollerini yeniden tanımlar, onlara yeni sorumluluk ve manalar yükler. 7 Kasım 2018 tarihli şu etkileyici satırlar doğum adlı mucizeye tanıklığın resmi gibidir: “İlk torunumdu, kızımın çocuğuydu, zorlukla gelmişti dünyaya; gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Yakından baktığımda kızımdan ifadeler yakaladım gözlerinde, beni görmediği halde bir şeyler anlatmak istiyor gibi geldi. ‘Bu bebek benim torunum, anneanne oldum ben,’ diye geçirdim içimden ve bu yorgun yolcu için ne yapabileceğimi düşündüm.” Aktaş’ın ilk torunu Kaan, doğumundan başlayarak onu hayatının başka bir evresine taşır, hikmetlere komşu yeni bir makam sunar ona. Günlüğün sonlarına doğru, altı ay sonra İstanbul’da yazılan satırlarda yazar artık başka biridir.

İç Huzuruyla Kendi Alemine Dalmak

Aktaş, bir yandan ilk torunu Kaan’ın ona kazandırdığı yeni anlam ve sorumlulukları içselleştirmeye çalışırken öbür yandan da otuz küsur yıl evvel kızlarının doğduğu dönemleri hatırlar ve onlara hiç yardım almadan bakmasına hayret eder. Özellikle ilk kızının bebeklik dönemi hayli zor şartlarda geçer. 1987’de, şehirler savaşı zamanında, Tahran’ın hamamböceklerinden geçilmeyen eski bir evinde, eşi askerdeyken tek başına büyütür ilk bebeğini. Kızlarının çocukluk dönemine dair hoş bir hatıra ise 90’ların ilk yarısına denk düşer. Babasının, emeklilik döneminde Refahiye’nin Pınaryolu Köyü’nde yaptırdığı evi hatırlar. Çocuklar küçüktür ama anne ve babası sayesinde biraz olsun rahat edebilir orada: “Evde ve bahçede bitmeyen işlerinin peşinde gezinirken onlar, bir süreliğine kendi alemime dalabilirdim, iç huzuruyla.”

Kitabın fitilini yakan ilk torun heyecanı olsa da günler içinde yazarın diğer çalışmaları, şehirdeki gözlemleri, ziyaret ettiği mekanlar ve tanıştığı kişiler de dahil olur metinlere. Bunlar aynı zamanda günlükleri renklendiren, zenginleştiren hallerdir. Öte yandan, ilk torun heyecanı yaşanan günlerde bile günlüğün yanı sıra roman ve yazılara odaklanabilmesi, yazarın her koşulda yazar olduğunun, ne halde olursa olsun zihninin yazı çalışmalarından uzaklaşamadığının ispatıdır. Özellikle gece geç saatlerde roman çalışır. Ondan önce ise devam eden Esenler kitabı (Rüzgarla İyi Geçinmek) ve diğer yazı ve öykü çalışmalarına yoğunlaşır. Her akşam az da olsa bir süre yazı çalışmayı bir tür terapi olarak algılar Aktaş. Öyküyü ona “en iyi gelen tür”, romanı ise “en öğreticisi” olarak görür.

Türkiye nerede olursa olsun daima aklındadır. “Dünyanın en uzak köşesinde bir ormanın derinliklerinde bile Türkiye üzerine zihin yormadan edemiyorum.” şeklinde not düşer yazar Aktaş, 18 Kasım 2018 tarihli günlüğüne. On gün kadar sonra, bir dergi için çalıştığı yazı vesilesiyle güzel bir vatan tanımı da yapar: “Vatan; bir şekilde sohbetlerin uzayıp gidebildiği yer.” Sohbetlerin uzaması için sadece aynı dili konuşmak yetmez, ortak hassasiyetler de gerekir. 24 Ocak 2019’da Northwest Film Forum’a gider Aktaş. Arwen Curry’nin Worlds of Ursula K. Le Guin adlı belgeseli öncesinde Nuri Bilge Ceylan’ın 2018 yapımı Ahlat Ağacı filminin fragmanı gösterilir. Ana diliyle “beklenmedik karşılaşmanın sevincini” yaşatır bu durum ona. Memleket hasreti günlüklerde sık sık hissedilir. Bazen bir türküyle, bazen de saat farkıyla.

Yerliler ve Evsizler

2017’de yayımlanan on ikinci öykü kitabı Fotoğrafta Ayrı Duran’da yurdundan uzak düşen mültecilerin dramlarını anlatan Cihan Aktaş, Seattle’da bulunduğu dönemde de ister istemez yerliler ve evsizler üstüne sıkça düşünür. Kim bilir, belki de bunun nedeni kendisinin de evinden, yurdundan çok uzakta, bir anlamda sürgünde olmasıdır. Seattle, ismini şehir kurulmadan önce bölgede yaşayan yerlilerin lideri Şef Seattle’dan (Si’ahl) almıştır. Yükselen, modern ve parlak bir şehir olarak Seattle da -çoğu Amerikan şehri gibi yerlilerin yurtlarını ve asırlara yayılan birikimini talan ederek kurulmuştur: “Geniş bir coğrafyada, kendi topraklarında bir tür mahkûm hayatı yaşıyorlar, bunu daha büyük kayıplara uğramamak için kendileri seçmişler.” Ona göre, Seattle şehrinin gelişiminin ilk kurbanları yerliler, son kurbanları ise evsizlerdir.

Cihan Aktaş’ın Seattle’ı diyebilir miyiz, bilemiyorum ama Aktaş orada bulunduğu dönemde özellikle Müslümanların sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunduğu mekanlara giderek oradaki önemli figürlerle görüşmeler yapar, onları dinler. Bölgedeki Müslümanların buluşma noktası, Muslim Association of Puget Sound (MAPS) Camisi’dir. Bu bağlamdaki ilginç bir hatırası da bir markette geçer. Ekmek ve hurma almak için gittiği markette, alacağı hurmanın cinsini anlamaya çalışırken yanına gelen örtülü bir hanım hurmanın fiyatını sorar ve ardından hurmanın cinsi ve menşei üzerine sohbete dalarlar. Hurma, Kerküklü Türkmen bir genç kadınla buluşturmuştur onu. Başörtüsü ve hurmanın sağladığı yakınlıkla, birbirlerine sarılarak ayrılırlar. Müslüman bireyin gurbetteki halini çok iyi resmediyor bu hatıra. Aktaş ayrıca, Seattle’da bulunduğu dönemde şehrin önemli kütüphane, kültür merkezi, meydan ve parklarını da gezer ve bunlara dair gözlemlerine yer verir günlüklerde. Bilhassa yapıların mimari özelliklerini oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alır. Mekanların arkasındaki hikayeye ve zaman içinde değişen anlamlarına kafa yorar.

Seattle Günlüğü, salgından aşağı yukarı bir yıl önce tamamlanan bir toplam olması nedeniyle, 2020’nin son günlerinden bakınca bir anlamda milattan önceki dönemin, başka bir çağın eseri gibi görünüyor. Diğer bir deyişle, eski ve güzel günlerin eseri. Günlüklerde kayıt düşülen bu hadiselerin 2020’de yaşanmış olduğunu varsaymak adeta bir ütopya bugünden bakınca. Yaz başında, birkaç aylık dönemde bile gördük ki, pandemi insanlar arasındaki her türlü mesafenin arttığı, kimsenin kimseye güvenle yaklaşamadığı bir şüphe ve korku çağına dönüştürdü 2020’yi. Seattle Günlüğü bu açıdan bakıldığında normal günlere düşülen son bir kayıt olarak da okunabilir. Kaybettiğimiz iyiliğin çocuklar vesilesiyle yeniden keşfedilebileceğini göstermesi ise bir diğer güzel yanı.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?