OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Samimi Biçimde İnandınız Mı?

Hüseyin Arslan- Ahmed Cenan Köksal

İnsanları dolandıran, belediye başkanının intiharına ve oğlunun suç işlemesine neden olan birini öldürdü diye Kermeur suçlu olabilir miydi? Yaşanan hikaye göz önünde bulundurulmadan, sadece suçun işlendiği ana odaklanmak hukukun varlığını gösterir mi?

Suçlu günahı işleyen değil, suçlu karanlığı getirendir.”

Victor Hugo nam-ı diğer Ramiz Dayı

Kurtlar Vadisi dizisinin üçüncü yılının sonunda yayınlanan final bölümünde mahkeme; Polat Alemdar, Memati Baş, Abdülhey Çoban ve Güllü Erhan’ın yüzlerce kişiyi öldürmesini “meşru müdafaa” olarak değerlendirip beraatlarına karar verir. Hakim verdiği kararı, mahkemelerin milletin vicdanı olduğunu söyleyerek temellendirir. Tanguy Viel tarafından yazılan ve Mehmet Emin Özcan’ın tercüme ettiği Ceza Kanunu, 353. Madde romanının sonunda da vicdana gönderme yapılır. Vicdan bir şeyin suç olup olmadığını belirleyen önemli bir merci olarak değerlendirilir.

Kitap boyunca yaşananları romanın baş karakteri Martial Kermeur’dan dinliyoruz. Roman, Kermeur’un, kendi halindeki bir Fransa kasabası olan Saint-Tropez’i lüks bir tatil merkezine dönüştüreceğini vaat eden Antoine Lazenec’i öldürmesiyle başlıyor. Katili en başta öğrenmemizle birlikte bir polisiye romanıyla karşı karşıya olmadığımızı fark ediyoruz. Nitekim karakterimiz hemen yakalanır ve suçunu kabul eder. 

Kermeur, hakimin isteği üzerine mahkeme salonunda olayları en başından itibaren anlatır. Ama hikayenin merkezinde bir cinayetten ziyade “adi bir dolandırıcılık hikayesi” olduğunu söyleyerek başlar. Böylece bir dolandırıcılık hikayesinin cinayetle kesişeceğini öğreniyoruz.

Kasabayı Dönüştürmek

Kermeur, satılık olan bir şatonun bahçesinde yaşamaktadır. Belediye başkanı olan yakın arkadaşı Le Goff, en sonunda hem şatoyu satın alacak hem de kasabayı yeniden dönüştürecek bir alıcı bulur. Lazenec, kasabayı lüks bir tatil bölgesine dönüştürme vaadiyle ön satışlara başlar. Daire için herkes ortalama beş yüz bin frank verir. Le Goff, belediye için on daire satın alır. Sosyalizme iyi kötü inanan kahramanımızın ise çalıştığı gemicilik işinden çıkarılmasıyla eline bir miktar tazminat geçer ve bankadan da kredi çekerek bir daire için yatırım yapar. Zaman su gibi akar fakat bir türlü proje bitmez. Projeye yatırım yapanlar nihayetinde dolandırıldıklarını anlarlar. Lazenec ise buna rağmen kasabayı terk etmez. Kasabada yaşamaya devam eder. Bu da projenin devam edeceğine dair yatırımcılara umut aşılar. Eninde sonunda hepimiz gibi ana karakterimiz de yaşadığımız her olumsuzluğun ardından aradığımız duygu olan umuda sığınır. Fakat önce yakın dostu Le Goff’un intiharı, ardından oğlu Erwan’ın, Lazenec’e ait olan Merry Fisher isimli tekne başta olmak üzere iskeledeki birçok tekneyi denize salması ve Lazenec’in şikayeti üzerine tutuklanması kahramanımızın son umudunu da tüketir. Hele bir de çekilen acılara, yaşanan hayal kırıklarına Lazenec’in umursamazlığı da eklenince kitabın başında öğrendiğimiz son kaçınılmaz hale gelir. Kermeur, Lazenec’i tıpkı bir balığı denize salması gibi hiç vicdan azabı çekmeden denize atar. “Daha bir iki saniye önce, teknenin havuzluğunda oturmuş, bir yandan gevezelik edip bir yandan da oltalarını hazırlayan” Lazenec, “şimdi, bir anda bambaşka dünya”ya doğru yol alır. 

Hukukun yol göstericisi olarak vicdan, uzun yıllar tartışma konusu olmuş; kimi hakimleri mesleğinden, Thomas Moore gibileri ise canından etmiştir. Tabii hakimin vicdani muhasebesi sebebiyle canından olanların sayısını tutmak ise mümkün gözükmemektedir. 

Vicdan, içinde sempatiyi barındırır. Belli ölçekte sempati duymadığımız, anlam veremediğimiz bir olaya karşı vicdani muhakemede bulunamayız.

Vicdan, içinde sempatiyi barındırır. Belli ölçekte sempati duymadığımız, anlam veremediğimiz bir olaya karşı vicdani muhakemede bulunamayız. Romanda bu vicdani muhakeme “Ceza Kanunu 353. Madde” olarak karşımıza çıkıyor. Esasen sanık, hakimin Madde 353’te geçen “Samimi bir biçimde inandınız mı?” sorusuna yanıt bulması için savunmasını yapar.

Suç’u Suç Yapan Unsurlar Üzerine

Hakimin kararının doğru olup olmadığı sorunu, romanda karşımıza çıkan bir diğer husustur. Viel bu soruyu okurun vicdanına bırakıyor. Kermeur başından geçen olayları anlatırken bunun adi bir dolandırıcılık olduğunu iddia ediyor. Buna karşın savunmasında; karısının terk edişi, bir zamanlar aralarının iyi olduğu oğlu ile aralarının açılması ve bir suça karışması, dostu olan belediye başkanının intiharı ve sosyalist olmasına karşı kendi ideolojisine sırtını dönmesini anlatıyor. Yani Kermeur “Evet dış etkenler var. Sizi kendime acındırmaya çalışmıyorum, … ama dış etkenler var” derken kendisinin mahkemeye düşmesini, oğlu Erwan’ın suça sürüklenmesini ve Lazanec’in “sürgüne” gönderilmesini dış etkenlere bağlıyor. Tanguy Viel, okuyucuyu Kermeur’un adi bir dolandırıcılık hikayesinin kurbanı mı yoksa kendi kararları neticesinde hayatının girmiş olduğu yoldan hoşnut olmayan biri mi olduğu konusunda vicdani muhasebeye davet ediyor.

Bizim anayasamızın 138. Maddesinde de hAkimin vicdanına gönderme yapıldığını görüyoruz. Ancak Ceza kanunu 353. Madde hükmünden farklı olarak hakimi yine de anayasa, kanun ve hukuk ile sınırlandırır. Oysa Fransız Ceza Kanunu hükmüne baktığımızda hakimi sınırlayan yegane şeyin hakimin vicdanı ve samimi bir biçimde inanması olduğunu görürürüz.

Madde 138: Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.

Viel’in sakin ama ilgi çekici üslubu mahkeme salonunda Kremeur’un savunması ile daha da belirgin hale geliyor. Olayları sade bir gerçekçilikle anlatışı Viel’in abartısız fakat keyifli üslubunu ortaya çıkartıyor.

İnsanları dolandıran, belediye başkanının intiharına ve oğlunun suç işlemesine neden olan birini öldürdü diye Kermeur suçlu olabilir miydi? Yaşanan hikaye göz önünde bulundurulmadan, sadece suçun işlendiği ana odaklanmak hukukun varlığını gösterir mi? Mahkemede hüküm vermesi gereken bir hakim gibi bu sorular ile yüzleştiğimiz anda kitaba ismini veren ceza kanununun 353. maddesiyle kitabın sonunda karşılaşıyoruz.

Ceza Kanunu, 353 Madde: Kanun hakimlere ikna olma yöntemleri konusunda hesap soramaz, bir kanıtın geçerliliğini ve yeterliliğini belirleyecek kuralları onlara dayatamaz; onların sessizlik ve tefekkür içinde kendilerini sorgulamalarını ve vicdanlarının samimiyeti içinde nasıl bir izlenim edindiklerini, suçluya karşı gösterilen kanıtları ve onun savunma araçlarını, bunların nedenlerini aramalarını buyurur. Kanun onlara sadece, görevlerinin bütün kapsamını ölçecek şu soruyu sorar: Samimi biçimde inandınız mı?

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?