Söyleşi: Savaş Ş. Barkçin
Konuşan: Ahmet Musa Bala
Tanıyalım: Başbakan Başdanışmanlarından, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi mezunu, şair, yazar ve musikişinas Savaş Şafak Barkçin ile son kitabı Gönül Makamı hakkında konuşmak üzere İstanbul’u da temaşa edebileceğimiz bir tepede bir araya geldik.
Evvela gönül kelimesi ile başlamak arzu ederiz. Öyle ki gönül kelimesini Kâbe’ye eşdeğer tutuyoruz. “Gönül gönüldür olsa da göğsünde kahpenin / Onu yıkan gitmesin tavafına Kâbe’nin.” Zira gönlün, bizim medeniyetimizde çok kıymetli bir yeri olduğunu siz de eserlerinizde belirtiyorsunuz. Kitabınızın başlığında da “gönül” ifadesi mevcut.
Kalbin aklı, müteradifi gönül- dür. İman da gönülde… Allah Teâlâ da zatı tecelliyatı ile gönüldedir. İşte gönlün merkeziliği buradan açığa çıkıyor. Müslümanların batıdan yanlış apardıkları şeyden birisi beynin merkeze alınmasıdır. Beyin, koyunda da var, balıkta da var. Oysa, imanı harekete geçiren şey kalbin aklıdır. Bu ayeti kelimede zikredilir, “Onların kalpleri vardır, fıkhetmezler”. Fıkıh bir şeyin inceliğiyle tam kavranmasına denir. Dolayısıyla gönül insanlığın, aklın, duygunun, imanın merkezi… Tabi en- tel İslamcılık için hoş bir kelime değil, gönül. Hegel ve Nietzsche’nin kullandığı bir kavram da değil çünkü. Zira onların gönlü olsaydı Mü’min olurlardı. Bizim ölçümüz gönül ehli olanlardır. Ama gönül ehli, kalp ve zihinle beraber olur. Çünkü ikisinin de merkezi gönüldür.
Kitap Zekayi Dede’ye ithaf ediliyor. Malumunuz Hamamizade, Itrî gibi üstadlar da var iken neden Zekayi Dede? Muhakkak sizde ayrı bir yeri olsa gerek.
Kesinlikle. Zekayi Dede Hazretleri, bizim için çok kıymetli bir zat. İsmail Dede Hazretleri de öyle fakat kendisinin sanat denilen kafesten dışarıya çıkmasına pek müsaade edilmemiştir. Bu yüzden eserlerinde tasannu görmek mümkündür. Ama Zekayi Dede Hazretleri saraya, güce, iktidara, partiye bulaşmadığı ve bütün hayatını sakınarak geçindiği için ondaki safiyet, samimiyet, aşk bambaşkadır.
Sarayı o dönemin piyasası olarak mı görüyorsunuz?
Tabi ki, çünkü emirle yapılan bir şey. Hatta İsmail Dede Efendi Hazretleri ayin-i şerifleri içerisinde en az Ferahfeza Ayin-i Şerifi sevdiğini söylüyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü: “Ben diğer ayin-i şerifleri Mevlânâ Hazretleri’nin himmetleriyle besteledim ama bu ayin-i şerifi Sultan’ın emri ile besteledim.” der. Yani buradaki safiyetin ne kadar sıkıntıda olduğunu kendisi bizzat belirtir. Zekai Dede Hazretleri’nin farkı burada. Bir de Zekai Dede Hazretleri gerçek- ten Ahmet Avni Konuk Hazretlerinin tabiriyle “Tepeden tırnağa âşık bir zât”. Onu bestelerinde de görebilirsin, şahsen tanımana gerek yok.
Kitapta geçen bir ifadeniz: “Sanat susmaz, aşk konuşmaz”. Müziğin temelinde sessizlik değil ses vardır diye biliriz ve sanatı da aşk ile nitelendirirken nasıl olur da siz susmayan sanatla, konuşmayan aşkı ayrı yollara düşürürsünüz?
Bu aslında şu düşüncenin bir sonucu: Sanat muhataba esirdir. Karşısındakine kendini beğendirmek ister. Nitekim estetik kavramının eski Yunancadaki temeli “estetios”, hissetmek demektir. Yani bir his oluşturduğunuzda sanat gerçekleşmiş demektir. Dolayısıyla sanat sürekli piyasayı kollamak zorunda, sürekli kendi dışındaki birtakım odaklara bir şeyler sunmak zorundadır. Bu da samimiyeti zedeleyen bir şeydir. Aşk ise konuşmak zorunda değildir zira o taşar. Taşması da elinde değildir. Yani aşık aşka esirdir, sanat muhataba esirdir. Dolayısıyla sanat sustuğu zaman rantı gider, şöhreti gider, şiirleri gözden düşer.
O yüzden biz sanat kelimesinden ziyade aşk diyoruz. “Aşk olsun erenler” diyoruz. Hiç sanat olsun erenler diyeni duydun mu? Niye? Aşk ile yaptığını ve o aşkın kendisine aktığını ikrar ettikleri için aşkı tebrik ediyorlar, sanatı değil.