Sandro Dayı: Standart İnsan Modeli
Nurcan Doğan
Fazıl İskender’in öykü türünde kaleme aldığı kitap Kafkaslara götürüyor bizi. Hayat mücadelesine toprak mücadelesinin karıştığı zamanları da dahil ediyor arada. Yan yana olup bir arada olamamanın resmini çiziyor çoğu zaman. Aynı dili konuşurken de, konuşuyor gibi yaparken de anlatanın ve anlayanın hallerini, anlaşılmazlığını da ortaya seriyor.
Çocukluğumdan beri vazgeçemediğim, yapmazsam kendimi fazlasıyla huzursuz hissettiğim bir alışkanlığım var. Yanında bulunduğum kişiler herhangi bir meselede sözü güzel söylediyse, yani mevzuyu daha önce bilsek bile “Vay be…” dedirtiyorsa o sözü yazmadan duramam. Bu durum sözü söyleyene göre değişmiyor; ama büyüklerin yanında kulağım daha açık, zihnim daha da odaklanmış bir halde, her an yazabilir durumda olmaya dikkat ederim.
Sadece bir kere yaşayabildiğimiz hayatta, adına tecrübe denen eğitim öğrenim birimini başarıyla adımlamak için o sözlere ihtiyacımız olduğunu düşündüm hep. Anlatılan hatıralar geçip giden öylesine zamanlar değil, içerisinde büyük derslerin olduğu bir öğrenme merkezi olabilir diye düşündüm.
Düşen Öğreniyor
Onlarca, belki yüzlerce ismin sözünü yazdığım defterlerim var, her biri hayat tecrübesi içeriyor. Bununla beraber yakın zamanda yeni bir şey öğrendim. Şimdiye kadar sarsılmaz bir inançla bağlı olduğum bu alışkanlık eksik parçalar içeriyormuş. Evet, büyüklerin adımlarını izlemek, duymak, okumak, yazmak çok kıymetli; ama göremediğim bir şey varmış.
Tüm duyup yazmalarıma rağmen doğru yönlendiremediğim adımlarım oldu. Büyümek başkasının yanlış adımını duyarak olmuyormuş, yanlış adımın büyüğünü bizzat kendim attığım zaman gerçek öğrenme tamamlanmış olurmuş. Düşenin düşüşünü içeren sözlerini alıp idrak ettiğini sanarak doğru adımlar atacağını düşünmek yanlışmış. Bu idrakle kulak vermek kıymetli.
Dayıların Sözleri Uzundur
Büyüklere dikkatle dinlenildiğini hissettirmek onları da mutlu ediyor. Özellikle büyük dayılarla bir muhabbetiniz olduysa daha da anlaşılır olur sözlerim. “Gençliğimizde, önceleri böyle miydi…” minvalinde, “Bak yeğenim…” diye başlayan sözlerin muhatabı kulağı açık biriyse muhabbetin sonu gelmez. Bir zamanlar birçoğumuz “Herkes öldürür sevdiğini yeğen…” diye başlayan repliğe, söyleyen dayıya tutunmuştuk. Çegemli Sandro Dayı benzer bir tat verdi bana.
Sakin, her şeyi bilen, genelde yanlışları görüp anlayan, firasetli bir bilge rolünde değil Sandro Dayı. Aksine arada kurnazlığını yaşatan, yeri geldiğinde kendini önceleyen, cimri olabilen, sevdiği için oyunlar çeviren, insanlara çok da güvenmeyen, herkesin çok da iyi olduğunu savunmayan standart insan modeli.
Fazıl İskender’in öykü türünde kaleme aldığı kitap Kafkaslara götürüyor bizi. Hayat mücadelesine toprak mücadelesinin karıştığı zamanları da dahil ediyor arada. Yan yana olup bir arada olamamanın resmini çiziyor çoğu zaman. Aynı dili konuşurken de, konuşuyor gibi yaparken de anlatanın ve anlayanın hallerini, anlaşılmazlığını da ortaya seriyor.
Yazının tamamını Okur’un 27. sayısında bulabilirsiniz: https://www.okurdergisi.com/okuru-nerede-bulabilirsiniz/