OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Şerbetçi Mahmut ile Mücellitlik Maceram

Mustafa Çiftci

Canım çok sıkılıyordu. Canım sıkılınca anneme koşuyordum. Annem bana ağlayan kızın hikayesini anlatıyordu. “Bir kızcağızın annesi ölmüş. Kız üzüntüden mendilleri ıslatacak kadar çok ağlamıs. Islak mendilleri önüne dizmiş, seyretmeye baslamış. Sıkıntıdan ölecek gibiyim derken ıslak mendillerle oynamaya başlamıs. O mendillerden bebek yapmış. Bebeği de olabildiğince annesine benzer yapmış. O günden sonra ağlayan kız bebek yapan kız olmuş.” Annem hikayeyi her seferinde ilk defa anlatıyormuş gibi anlatırdı. Ben de ilk defa dinliyormuşum gibi dinlerdim. Hikayenin sonunda ben de ağlayan kız gibi kendime bir uğraş bulmak için heyecanlanmalıydım. O sebepten kendime iş çıkarmak için uğraşırdım.

Bulduğum işlerin hepsi de kağıt, tutkal, makas, renkli kalemler ile yapılacak şeylerdi. Hediyelik not defterleri, her mevsimi ayrı boyanmış duvar takvimleri, kağıttan masa üstü çöp kutuları… Hepsini de sağa sola hediye ederdim. Dışarı pek çıkmazdım. Arkadaşım çoktu ama ben onlarla oynamaktan da sıkılıyordum. Yaşım on beşi geçiyordu. Belki de can sıkıntım yaşım sebebiyledir diye düşünüyordum. Ama sadece düşündüğümle kalıyordum. Ömrümün bu yaşlara rastlayan kısmını atlayamazdım ya…

Can sıkıntım babamı da etkilemiş olacak ki işten geldiği bir akşam bana bir sürprizi olduğunu söyledi. “Benim çocukluk arkadaşım var. Kendisi ciltçi ya da eski adıyla mücellit. Onun yanına gitsen, kağıt muğut işlerini seviyorsun sen” dedi. “Kağıt tamam da ‘muğut’ ne oluyor baba?” dedim, gülüştük.

Mücellit de Nedir?

Babamın teklifine itiraz etmedim. Gider bakarım istemezsem bir daha gitmem diye düşündüm. Mücellit ne demektir diyerek
internete baktım. Kitapları korumaya alıyorlar, sarıp sarmalıyorlar, kitap kundak içinde bebek gibi oluyor. Videolarını
seyrettim. Tam benlik bir iş. “Umarım ustayı da severim.” dedim. “Umarım” diyerek konuşmamı annem TRT Türkçesine benzetti, gülüştük. Sonra beraberce kokulu yaz elması yedik ve mücellit yanında günlerim nasıl geçecek diye meraklandık annemle beraber.

Mücellit demek hoşuma gidiyordu. Mücellit amcayı da daha doğrusu ustayı da pek sevdim. Pamuk şekeri gibi adamdı. Hem görünüsü hem kokusu hem tadı güzel olur pamuk şekerinin ama çabuk biter, hevesinizi yarım bırakır pamuk şekeri. Ben de ciltçilik maceram pamuk şekeri gibi olmasın, çabucak bitmesin diye dua ediyordum. Sabahları dokuz gibi dükkana varıyordum. Mücellitimizin adı Hüseyin idi. Kendisinde ne çok hatıra vardı. Hatıralarının bir ucu hep kitaba dayanıyordu. Bana ufak tefek iş vermeye başladı. Çırakların yapacağı işleri bana söylemiyordu. Dükkanın önünü süpürmekmiş, çay getirmek, faturaları ödemekmiş bunlara çırak bakıyordu. Bana kitap defter sırtına tutkal sürmek, dikilen kitapları işkenceye almak yani sıkıştırmak gibi seyler veriyordu.

Yazının tamamını Okur’un 15. sayısında bulabilirsiniz: bit.ly/3idf6PP

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?