OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Siyeri Yeniden Keşfetmeliyiz

Söyleşi: Wadah Khanfar

Konuşan: Esad Mücahit Eskimez*

Mütercim: Elif Nuran Özgün

Peygamber Efendimizin (sav) hayatı, defalarca farklı şekillerde ele alınmasına rağmen tükenmek bilmeyen bir hazine. Siz onun hayatını bugüne değin hangi kaynaklardan okudunuz ve bu eseri sizce diğer siyer çalışmalarından ayıran temel özellikler neler?

Çocukluğum Filistin’in küçük bir köyünde, rahmetli babamın kütüphanesinde klasik siyer kitaplarının bulunduğu bir evde geçti. Babam her zaman beni siyer okumaya teşvik ederdi, okuduğum için sık sık bana ödüller verirdi. Bölüm başına birkaç cent alırdım, bu para o zamanlar çok değerliydi. Hemen koşa koşa köyün küçücük ve tek bakkalına gidip şekerleme alırdım. Yani İbn İshak ve İbn Kesir’den Siyer-i Nebi; İbnü’l Esir’den El-Kamil Fi’t-Tarih ve birçok alimden farklı kitaplar okuyarak büyüdüm. Yıllar geçtikçe siyer aşkı karakterimin bir parçası oldu.

Ancak zamanla, siyer kitaplarının aslında aynı anlatılara dayandığını; bir kitaptan diğerine ufak değişikliklerle tekrarlandığını fark ettim. Bu rivayetlerin çoğu Peygamberimizin (sav) ve sahabelerinin yaptıklarına ve sözlerine dayanıyordu. Ancak bu kitaplar, tüm bu rivayetleri bağlamsal bir analiz yapmadan hatta birbiriyle bütünlük sağlamadan aktarıyordu.

İlerleyen zamanlarda, bir gazeteci olarak bağlamından çıkarılan herhangi bir hikayenin bize doğru anlamı vermeyeceğini, belki de bizi yanıltacağını öğrendim. İşte tam da bu noktada zihnimde siyere karşı daha bağlamsal ve bütüncül bir yaklaşım oluşmaya başladı. Özellikle Peygamberimizin (sav) stratejik ve politik eylemleriyle ilgili konularda bir gazeteci gibi düşünmeye başladım. Şunları sordum: Peygamberimizin (sav) stratejik öncelikleri nelerdi, hicret etmek için neden Medine’yi seçti? Neden Medine’ye gelişinden bir yıl sonra Kızıldeniz’e askeri ve güvenlik seferi emri verdi? Bizanslılar ve Persler arasındaki uluslararası çatışmaya ilişkin görüşü neydi, bu görüş stratejisini nasıl etkiledi? Habeşistan neden diplomatik ilişki kurduğu ilk yabancı ülkeydi? Ve buna benzer birçok soru daha aklımda dolanıyordu.

Bu kitap geleneksel bir siyer kitabı değil, birkaç yıllık bir araştırmanın sonucu. Yararlandığım kaynaklar sadece klasik siyer kitapları ve Arap tarihi kitaplarından oluşmuyor; aynı zamanda Roma, Fars ve Habeş kaynaklarından da araştırmalar yaptım. Arabistan çevresindeki bölgeleri ve bunların Kureyş halkının ve Müslümanların stratejik bilgisini nasıl etkilediğine dair bir görüntü ortaya çıkarmak istedim. Ticaret yollarını, bunların yerel ve bölgesel güç dengesi üzerindeki etkilerini ve Peygamberin (sav) Mekkelilerin kaynaklarını nasıl değerlendirdiğini inceledim. Bunun yanında bu kaynakları Mekkelilerin stratejilerini yenmek ve bir karşı anlatı, yani Mekke’nin fethine yol açan büyüleyici bir strateji oluşturmak için nasıl kullandığını araştırdım.

İlk Bahar aslında sizin siyer okumalarınızın bir anlamda doğal sonucu. Çeşitli okumalarınızın sonucunda, üzerine çokça eser verilmiş bir alanda kendi yönteminizi paylaşmaya değer kılan neydi?

Bir gazeteci ve uluslararası ilişkiler öğrencisi olarak aşina olduğum bir alana odaklanmayı seçtim: Siyerin politik ve stratejik boyutu.

Bütün Müslümanlar, hayatlarında bir model ve takip etmek istedikleri ideal kişi olarak Hz. Peygamber’e (sav) bakarlar ancak siyer okumalarımızın çoğu Peygamberimiz’in (sav) mükemmel ahlaki özellikleriyle sınırlıdır. Bu, sağlam bir ahlaki zemin oluşturmak için gerekli olsa da yeterli değildir. Çünkü siyerin içinde sadece ahlaki veya fıkhi örneklerden çok daha fazlası bulunuyor.

Eğer Peygamber’i (sav) bir rol model olarak kabul ediyorsak onu hayatımızın birçok alanında, özellikle de kamusal alanda, örnek almalıyız. Bu nedenle, yaşadığımız çağda strateji ve siyasetle ilgilenmenin Nebevi yolunu anlamak için bize ana hatları tanımlayabilecek bir yaklaşım oluşturmak istedim.

Bazı Müslümanlar bu konuya daha basit bakarak Allah’ın Müslümanlara sırf sünnete ve Kuran’a ahlaki ve manevi bağlılıklarından dolayı zafer verdiğini düşünüyorlar. Ancak Peygamberimizin (sav) stratejik düşünme, öncelikleri belirleme ve eyleme geçmenin en doğru şeklini uyguladığını görüyoruz. Kendisi, bazı gayrimüslim aşiretlerle ittifaklar kurdu, bazılarıyla savaştı ve hamlelerini dikkatle seçti; zamanlama bunların hepsinde çok önemliydi, düşmanları ve müttefikleri arasındaki siyasi ve yapısal çeşitliliği çok iyi kavradı.

Peygamberimiz (sav) için güç dengesi, stratejik hamlelerini seçerken ve gerçekleştirirken çok önemliydi. Medine’ye hicret ettikten sonra 8 yıldan daha kısa bir sürede Mekke’yi kan dökülmeden barışçıl bir şekilde fethedebildi. Ve sadece birkaç yıl sonra sahabeleri iki dünya gücünü devirdiklerinde dünya tarihindeki en büyük jeopolitik değişimi gerçekleştirdiler. Tam da bu noktada siyerin stratejik boyutunun son derece değerli olduğunu düşündüm.

Kitapta her bölüm başında o kısım ile alakalı bir ayet bulunuyor. Kur’an-ı Kerim, peygamberlik görevi ile inmeye başladı fakat Efendimiz’in (sav) hayatının ilk kırk yılı üzerinde durduğumuzda bizlere neler söylemektedir?

Hz. Muhammed (sav), peygamber olmadan önce onu vahye hazırlayan psikolojik ve sosyal bir ortam içinde büyütüldü, Mekke’nin en şerefli ailesi olan olan Haşimoğulları’ndandı. Mekke toplumunun iki büyük hizbe bölündüğünü gördüm: Zenginlik ve gücü elinde tutanlar ve gelenek ve erdemde önde gelenler. Haşimoğulları bu ikinci grubun liderleriydi.

Peygamberimiz daha küçük yaşlarında, dedesi ve amcalarının Kabe’nin velileri ve mazlumların koruyucuları olarak yaptıklarını dinler ve gözlemlerdi. Bu yüzden kendisine peygamberlik geldiğinde, toplumun birinci grubundakilerin çoğu (zenginlik ve gücü elinde tutanlar) ona çok sert bir şekilde karşı çıktı. Onu, insanları ezmeye dayanan ve kendilerine büyük ayrıcalıklar sağlayan sosyopolitik yapıya karşı bir tehdit olarak algıladılar, ki bu onların en büyük problemiydi. O, eşitlik ve özgürlük çağrısıyla geldi ve Mekke’nin ileri gelenleri bundan hiç hoşlanmadılar.

Tüm dünyaya İslam’ı tebliği için görevlendirilen ve son peygamber olan Hz. Muhammed’in (sav) fiziken Arap yarımadasına gönderildiğini ve hayatı boyunca orada yaşadığını biliyoruz. O dönemki dünyayı düşündüğümüzde, Arap Yarımadasının kendi içerisinde evrensel nitelikler (sosyolojik, politik vd.) taşıdığını söyleyebilir miyiz?

Arap yarımadası, özellikle Hicaz; jeopolitik açıdan İslam’ın erken dönemine ev sahipliği yapmak için mükemmel özelliklere sahipti. Mekke, baskıcı hegemonik imparatorluklardan uzaktı. O dönemde dünya düzeni iki büyük imparatorluktan oluşuyordu: Bizanslılar ve Persler. Arabistan’ın kuzey kısmı (Suriye ve Irak) bu iki güç tarafından sömürgeleştirilmişti, güney kısmı ise (Yemen) Persler tarafından sömürge haline getirilmişti. Ancak merkez (Hicaz) bu iki gücün de erişiminden uzaktı.

Öte yandan Mekke, Yemen’den Suriye’ye ticaret yolunun bir merkeziydi, bu nedenle doğrudan sömürgeci güçlerden etkilenmiyordu ama aynı zamanda tamamen de izole değildi. Ticaret kervanları mallar ve haberler taşıyordu, Mekke halkı zaten akıllı tüccarlar ve bilge politikacılardan oluşuyordu. Bu nedenle Peygamber (sav), Mekke’nin hassas ve eşsiz konumunun farkındaydı.

Bunun yanında demografik olarak da Kureyş Kabilesi, Mescid-i Haram’ın muhafızları oldukları için Arabistan’da en meşhur kabilelerden biriydi. Mekke çevresindeki diğer kabilelere göre sayıca az olmalarına rağmen reisleri, kendilerini zengin ve etkili kılan önemli konumlarının farkındalardı. Bu yüzden Peygamber’i vazgeçirmeye çalıştılar, ona her türlü ayrıcalığı teklif ettiler. İlk başlarda çatışma istemediler, çünkü onlar hem ekonomik hem de siyasi olarak statükoyu en iyi düzen kabul eden tüccarlardı.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?