İslam Dalp
Yayınevlerine gelen editör başvurularında, özgeçmişlerde eskisinden daha fazla gözümüze çarpıyor “Editörlük Atölyesi Sertifikası”. Editörlük gibi Türkiye’de belli bir resmi formasyonun söz konusu olmadığı bir alan için bu programlar işlevsel mi, diye merak edip araştırmaya başladım. Kimi çevrim içi kimi yüz yüze azımsanmayacak sayıda eğitimin olmasını beklemiyordum açıkçası. Haftalık ders programlarını ve içeriklerini incelediğimde büyük bir kısmının “yanlış adlandırılmış” ancak faydalı eğitimler olduğunu fark ettim – biraz bekletip bu kısmı açacağım.
Programlardan bazılarını düzenleyen tanıdığım eğitimcilere katılımcıların kimler olduğunu sorduğumda büyük bir çoğunluğunun orta yaşı geçmiş kitap okurları veya kitaplarını yazmak arzusundakiler olduğu cevabını aldım. Yayınevi süreçlerini bilmeyen yazma meraklılarının dosya olarak gönderdikleri kitaplarını eli yüzü düzgün hale getirip eleme süreçlerinde öne çıkma çabası dikkate değer. Diğer taraftan daha genç, hevesli, okumaya meraklı katılımcıların zaman içinde çeşitli yayınevlerinde çalışmaya başladığı bilgisini de edindim.
İhtiyaçlar vs. Eğitimler
Yayıncılık sektörünün yıllar içinde büyümesi gözle görünür bir olgu. Bu büyüme beraberinde bir istihdam alanı da oluşturdu. Geçtiğimiz on yıla kıyasla bugün piyasada çalışan editör, redaktör, musahhih gibi yayınevi kademelerinde rol alan kişi sayısı hiç olmadığı kadar fazla. Peki bu insan kaynağı nasıl temin ediliyor? Resmi bir mesleki eğitimin olmadığı yayıncılık piyasasında verilen eğitimlerle yayınevlerinin ihtiyaçları örtüşüyor mu?
Meslek sözlüğüne göre editör “Yayımlanması için kitap seçim ve oluşturma süreçlerinde yer alan, metni kontrol eden, baskı sürecini yürüten, tanıtım ve pazarlama faaliyetleri içinde yer alan nitelikli kişidir.” Sorularımız şunlar o halde: Bu programlarda dosya seçimine dair çalışmalar yapılıyor mu? Metin düzeltme, redaksiyon vs. işlere dair pratik tarafı öne çıkan ödevler verilip denetleniyor mu? Matbaa süreçlerine, malzeme seçimine dair yerinde uygulamalar yapılıyor mu? Kitaplar için örnek basın bülteni, arka kapak için metin yazımı, sosyal medya dil hazırlıkları yapılıyor mu? Birkaç atölyeyi dışarıda bırakırsak bu sorulara “evet” diye cevap vermek zor. Lakin bir yayınevinde editöre yüklenen işler, çok kaba hatlarıyla yukarıda saydıklarımız. Diğer yandan bunları “eleştirel okuryazarlık” tanımı altında toplamak da mümkün.
Madem ihtiyaç duyulan niteliklere göre bir eğitim verilmiyor, nasıl oluyor da bu programlara “editörlük atölyesi” denilebiliyor? İsimlendirme konusunda bir sorun olduğunu başta söylemiştim. Bana kalırsa öyle değil de böyle desek kimse incinmez: “Yayın kültürü atölyesi.” Bu kavramı önerirken içeriği hafifsemediğimi söylemem gerekiyor, çoğu insan -buna yazarları da ekleyebilirsiniz- yayınevinde bir kitabın oluşum sürecindeki aşamalara, emekçilerin iş bölümündeki rollerine vakıf değil. Yayıncılar tezgahlarının bir türlü boş kalmamasından, dışa dönük mesleki bilgilendirme süreçlerine yeterli özeni göstermeyebiliyor. Halbuki bu iş bir meslek ve istihdam sağlayan bir alansa birilerinin burada neler olup bittiğini anlatması gerekiyor.
Türkiye Yayıncılar Birliği’nin organize ettiği, 2016’da başlayıp 2017’de sona eren, Türkiye’deki yayıncılık alanındaki süreçleri, iş tanımlarını ortaya koymayı hedefleyen “Mesleğimiz Yayıncılık” projesinden yayıncılar bile yeterince istifade edemedi söz gelimi. Hazırlanan site halen meraklıların karıştırmasını, incelemesini bekliyor.
Konumuza geri dönelim, verilen eğitimle aranan nitelik arasında bir örtüşme yoksa, yayıncılar editör adaylarının öz geçmişlerinde yazılan atölye sertifikalarını önemsemiyor mu? İlginin bilgiye dönüşümü, bu konuda gösterilen çaba önemseniyor aslında. Her şeye rağmen bu sertifikalar dikkate alınıyor – hayır içerikleri sebebiyle değil; hevesin, merakın, yani bir editörde aranan en temel gereklerin bunlar olması yüzünden.