OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Suskun Kadınların Bıraktığı İzler

Fatma Kebire Gündüz

“Kadınların suskunluğu erkeklerin uçurumudur.” demişti vaktiyle bir radyocu ve eklemişti “Onlar konuştuğunda değil, asıl sustuğunda korkmak lazım.” Fatma Barbarosoğlu’nun İçimdeki Sazlar Başka Söz Başka isimli son kitabı da “Bazı kadınlar neden susar?” öyküsüyle başlıyor ve susan, saklanan, sessizce işine bakan, varlığıyla bilinmeyip, yokluğuyla tanınan kadınları bu sözün eşliğinde okuyorum.

Yaşarken görmekte geç kaldıklarımızı zamanla fark edilir kılan ise diğer kadınların “Ben buradayım.” diyen davranışları. Başkalarının hayatına kendininkinden daha çok müdahil olanlar, iş bittikten sonra ortaya çıkanlar, bomboş kadınlar, nereye gittiğini bilmeyenler, telefon ekranında kaybolanlar, gösteriş ve reklam severler, geçerken uğrayanlar. İnsanı tiksindirecek kadar görünür olmaktan hoşlananlar… Bir de gerçeğin apaçık yüzümüze çarpması var tabii. Yakınımızda zannettiklerimizle aramızda açılan mesafeler ve uzağımıza düşenlerle kurduğumuz bağlar gibi. Birdenbire karşımıza çıkanlarla ardımızda bıraktıklarımız.

Mutlu Sonlar Suçsuzluktan Kurtarır mı?

Bilhassa kitabın son öyküsü ki aynı evde nefes alan, en yakınlarımızdan bihaber acınası hali pür melalimizi anlatıyor. Can sıkıcı ve inanması zor gelse de son çıkışa yaklaşmış gibiyiz. Zira döneceğimiz, sığınacağımız bir evimizin de kalmamış olması ihtimal dahilinde. Bir yabancıya dair bildiklerimizden fazlasını lokmamızı bölüştüğümüz, bir sofrada çayımızı içtiğimiz, göz göze değdiğimiz insanlar için de söyleyemiyorsak “evsiz” kaldık demektir.

“Çok seviyoruz.” derken de kendi zevklerimizi, iştahımızı, ihtiyaçlarımızı önceleyen cümleler mi kuruyoruz yoksa kitaptaki gibi? Tanıdığımızı zannediyoruz sadece belki de. Bu öyküye mutlu bir son yazarsak suçluluktan biraz olsun kurtulur muyuz? Giden geri döner mi? Bunu sormaya bile hakkımız yok. Çünkü niçin gittiğini bilmeyecek kadar yabancımız olmuş çoktan.

Acı Deniz

Geçmiş mütemadiyen kendini hatırlatır. Unutmak istediklerimiz bile arada gelip yoklar, kapımızı tıklatır. Muhtelif kostümler kullanarak hem de. Bazen bir şarkı olur takılır dilimize, bazen bir şiir mısraı gibi düşer kalbimize, kokusu gelir kimi zaman hafif bir esinti ile, kimi zaman da aniden, okuduğumuz kitabın satırlarında karşılaşırız geçmişten bir iz ile.

Kitapta, yazarın belki de en çok altını çizerek okuduğum Acı Deniz kitabı ile karşılaşmak geçmişe dönük güzel bir hatırlatma olarak çıkıyor karşımıza. Bir kitaptan diğer kitaba kurulan bir köprü gibi adeta. Canım Acı Denizim, acım, denizim. Ve tekrar başlıyorum elime alıp okumaya. Ferahnaz’dan Sühendan’a geçiyorum. Özlemişim, halleşiyoruz biraz. Ne garip, Sühendan ile birlikte kitabı ilk okuduğum zaman bugünüm ile buluşuyor. Aradan epeyce yıl geçmesine rağmen biz yine birlikte ağlıyoruz, güzelleşiyoruz, başkalaşıyoruz.

Yazarın daimi okurları ve yazılarını takip edenler bazı öykülerin içinde saklı yazarımızı da tanıyacaklardır mutlaka. Barbarosoğlu’nun öykülerinin en sevdiğim yanı insanın, olayların ve hayatın diğer yüzünü ince ince işleyerek gösteriyor olması. Koşarken kaçırdıklarımızı, konuşurken unuttuklarımızı, eşyaya hürmeti, sevdiklerimize nezaketi. Aslında olması gerekeni. Sorumlulukla bakmayı, dürüstlüğü, diğergamlığı hatırlatan öyküler. Kim bilir belki biraz olsun susmayı bile düşünürüz. Biraz sussak ne güzel olur. Dar vakitlerde tutunduğumuz o güzel şiir geliyor dilime ve bir kelimesini değiştirip demek isterdim ki “Çok konuştuk yetmez mi?”

Bu yazıyı paylaş
Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?