Tarihi Ciddiye Alan Bir Tarihçinin Portresi
Mehmet Erturan
Türkiye onu tarihçi olarak tanısa da Batı’da diplomat, gezgin, yazar, oryantalist, mütercim ve şair kimlikleriyle biliniyor. Oryantalizme yaptığı ömürlük katkıya rağmen akademinin profesyonellerince popüler bilimin temsilcisi olarak camiadan dışlanması, Avrupa’da yaşanan düşünsel süreçleri anlaşılır kılıyor.
İlk Türkçe Hammer (1774-1856) biyografisi olan kitabın alt başlığı: Doğu’nun Kâşifi. Doğu ve kâşif kavramları, Hammer’i tarif ederken kullanılan anahtar kelimelerden. Hammer, insan ırkının kadim beşiği ve kıblesi, dinin ve kültürün kaynağı dediği Doğu’yu manevi anavatanı görecek kadar yücelten bir Avusturyalı. Resmi unvanıyla birlikte tam adı, Baron Josef von Hammer-Purgstall. Beklenmedik bir hadisenin eseri olan ikinci soyadı Purgstall’ın hayret verici bir hikayesi var. Türkiye onu tarihçi olarak tanısa da Batı’da diplomat, gezgin, yazar, oryantalist, mütercim ve şair kimlikleriyle biliniyor. Oryantalizme yaptığı ömürlük katkıya rağmen akademinin profesyonellerince popüler bilimin temsilcisi olarak camiadan dışlanması, Avrupa’da yaşanan düşünsel süreçleri anlaşılır kılıyor.
Şark Akademisi ve Rutinler
Eserin birinci bölümünde, entelektüel bir biyografi var. Hammer gördüğü, okuduğu ve tecrübe ettiği her şeyi not alma alışkanlığını, on beş yaşında girdiği Şark Akademisi’nde edinmiş. Akademi’nin amacı; ülkesine, değerlerine, dinine bağlı diplomatlar yetiştirmek. İtalyanca, Fransızca, Latince, Yunanca, hukuk, müzik, matematik, mantık, fizik, coğrafya, tarih, çizim, dans, binicilik derslerinin işlendiği okulda Arapça, Farsça ve Türkçe de öğretiliyor. Hammer’in şikayet ettiği şey; yemekler, katı cezalar, uzun ve sıkıcı ayinler. Eğitim Cizvitlerde ve Hammer onlardan nefret ediyor.
İkinci bölümde özel hayatı, sosyal ve siyasi dünyasıyla ele alınan Hammer’in kariyerindeki nihai hedef, İstanbul elçisi olmak. On yabancı dil bildiği için gittiği her yerde çevre edinmiş. Son derece velud olmasına rağmen Avrupa salonlarının aranan siması olacak kadar sosyal biri. Taviz vermediği günlük rutininde dokuzda uyuyup dörtte uyanıyor. İlk üç saatini okuma yazmaya, yedi ile on arasını ofis işlerine ayırıyor. Ardından kütüphanelerde çalışıyor. Uyumadan önceki saatlerini yürüyüş, davetler ve tiyatro gibi faaliyetlerle değerlendiriyor. Süreleri değişse de gününü saatlere bölerek çalışmayı yaşam tarzı edinmiş. Ömrünü el yazmaları aramakla geçiren Hammer’e bu uğraş hayli zamana ve paraya mal olmuş ama on dört bin ciltlik bir kütüphane kazandırmış.
Kur’an ve Hammer
Yazara göre Hammer, siyasetin entrikalarıyla baş edebilecek karaktere sahip değil. Siyasi konjonktür de meslek hayatında ilerlemesini engellemiş. Yaşadığı haksızlıkların kendisi için yalnız kalma ve dilediği şekilde çalışma gibi durumlarla sonuçlandığını gördükçe başına gelenleri, Kur’an çok doğru söylüyor; sizin için şer görünende hayır vardır diyerek özetliyor.
Katolikliği benimseyemeyen Hammer, Aydınlanmacı görüşleriyle dogmalara karşı çıkıyor. Allahu ekber ve estağfurullah diyor, şükür niyetine Esmaül Hüsna’yı okuyor. Bismillah ile başladığı anılarını, elhamdülillah ile bitiriyor. Bazı ayetlerini prensip edindiği Kur’an’a inansa da ne namaz kılıyor ne de günah çıkarmaya gidiyor. İfadelerinde Allah’ın varlığı ve birliği inancına rastlansa da Hz. Muhammed’in peygamberliğine dair tasdik onda yok. Kendi tanımıyla o, her dinden uzak özgür bir ruh. Yazar, Hammer’in hangi dönemde neler okuduğuna ve bunlardan nasıl etkilendiğine de odaklanıyor.
Üçüncü bölümde, Alman oryantalizminin aşamaları incelenirken öncü, yol açan, ezber bozan tavırlarıyla Hammer’in konumu tartışılıyor. Hammer, kurucu başkanı olduğu Bilimler Akademisi ve “Şark da garp da Allah’ındır. O, dilediğini doğru yola sevk eder.” ayetini motto edindiği “Şarkın Hazineleri” Dergisi’ni çıkararak çalışmalarını kurumsallaştırma başarısı gösteriyor. Dördüncü bölümde, romantizm ve pragmatizm akımları karşısında bir tarih yazarı olarak Hammer’in fikir ve yaklaşımları, etkilendiği isimler gündeme getiriliyor. Şarkı her şeyin başlangıcı bilen romantik anlayışla Hammer, Doğu’nun Avrupa için model olabileceğine inanıyor.
Hammer’in tarih kitaplarının incelendiği beşinci bölümde, magnum opusu on ciltlik Osmanlı İmparatorluğu Tarihi’nin macerası ele alınıyor. Pragmatik bir Osmanlı tarihi yazmak istemiş ama yıllarca biriktirdiği sınırsız bilgi yığınını paylaştığı bir koleksiyon ortaya çıkmış. Kaynaklara sadık kalma sözü onu baskılayarak eleştirel yaklaşıma fırsat vermemiş. Yazmayı çok seviyor. Bu durum onu ulaştığı her bilgiyi kaydetmeye, kullanmadıklarının ziyan olacağı endişesine götürmüş. Halil İnalcık da Hammer’in çevirmenlikten öteye gidemediği kanaatinde.
Örnek mi İbret mi?
Hammer Tarihi’nin bizim için en talihsiz tarafı, Almanca orijinalinden değil de Fransızca tercümesinden çevrilmesi. Mütercim Hellert’in yaptığı sayısız düzeltme, ekleme ve çıkarma, Türkçe metinde de yer almış. Tarihçiler, Hammer Tarihi’nin eskidiği ve tamamlanmaya muhtaç olduğunda hemfikir ancak Batı’da onun hâlâ aşılamadığı düşüncesi hakim. Yazar, Osmanlı dahil birçok devletten nişan ve hediyelere layık görülen Hammer’in eleştirmenlerin genelinden iyi not aldığını hatırlatıyor. Örneklik ve ibretlik haller arasında gidip gelen Hammer’in örnekliği ağır basıyor.
Sağlıklı bir hayat yaşayan ve 82 yaşında ölen Hammer, arşivini, gelecek nesiller kolayca istifade edebilsin diye ölmeden hazırlayıp kabrini de yaptıracak kadar titiz ve sağlamcı. “Katolik mezarlığındaki Müslüman mezarı” olarak ünlenen mezarına adını Yusuf Hammer olarak yazdırmış. Mezarı “Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz” ile “Her nefis ölümü tadacaktır” ayetleriyle süslü. Fallmerayer, ölüm anını şöyle tasvir ediyor; “Hasta yatağında değil, bedenen ve ruhen tükenmiş olarak değil, yıllara ve şöhrete doymuş olarak değil, Platon gibi çalışma masasında otururken Arşimet gibi kanlı canlı göçtü.”
Yazının tamamını Okur’un 27. sayısında bulabilirsiniz: https://www.okurdergisi.com/okuru-nerede-bulabilirsiniz/