OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Türklerde Kitap

Selim Tiryakiol

Yazının ve okumanın tarihî seyrini izlemek insana yalnızca tarihî malumat kazandırmıyor; bunun yanında insan nasıl düşünüyor, nasıl öğreniyor, nasıl anlatıyor sorularının cevaplarını bu bilgiler içinde bulabiliyoruz. Şinasi Tekin’in eski Türklerde yazıyı, kağıdı ve kitapları konu alan bu çalışması da bu tür soruların cevabını bulabileceğimiz kitaplardan.

“Eski Türklerde Yazının ve Kâğıdın Kültür Değişmelerindeki Rolü”nü değerlendirmekle kitaba başlayan Tekin, “Eski Türklerde Kâğıt Yapımı, Kitap Türleri ve Matbaa”dan bahis açtıktan sonra son bölümde “Yazma Eser Nedir?” sorusunu sorarak yazma eserlerin tarihlendirilmesi ve kağıtların damgaları konularına değiniyor.

Abece Nasıl Ortaya Çıktı?

Tekin’in kitabına bütün kitapların tabii temeli olan abecelerin nasıl ortaya çıktığı, insanların ilk olarak nasıl yazdıkları bilgisiyle başlaması manidar. Zira parçayı anlama- dan bütünü anlamak mümkün görünmüyor. Türkler dünyada abeceleri erken dönemde kullanan milletlerden. Malum olduğu üzere araştırmalar insanoğlunun kendini ilk resimli yazılarla ifade ettiğini belirtiyor. Resimli yazıların tarihi MÖ dördüncü binlere kadar götürülebiliyor. Bu resimler duvarlara ve tabletlere çivilerle işleniyor.

Tekin, yaklaşık üç bin yıl sürdükten sonra öğrenilmesi ve öğretilmesi güçleşen çivi yazısına MÖ 1000 civarında Fenikeli bir rahibin el attığını, yazıyı kolaylaştırmak için birtakım çareler bulduğunu kaydediyor. Rahip, seçilen her bir işaretin iki fonksiyonu olursa çivi yazısının zorluğunun giderileceğini düşünüyor. Buna göre her bir işaret çivi yazısı sisteminde hem hangi kelimeye tekabül ediyorsa öyle anlaşılacak ve okunacak, hem de bu işaret başka işaret ve resimlerle geldiği zaman sadece aslına tekabül ettiği kelimenin ilk hecesinin alameti olacak. Yani Sami dilde “öküz” demek olan ALFA ile “diş” demek olan SİN, “baş” demek olan RAŞ ve “su” demek olan MA bir araya geldiğinde alfa+raş+ma+sin gibi bir terkip ortaya çıkabileceği gibi bunların ilk heceleri esas alınarak ARAMASIN gibi bir kelime ortaya çıkarılabilecek. İşte bir insanın neredeyse bir gününü bir resimle duvara nakşetmesi ile başlayan yazının kaderi bu tespit ile değişmeye başlıyor ve bir hadise daha çok birimle ifade edilmeye başlanıyor. Tabii bu ifadeye de ayrıntı kazandırıyor.

Bu pratik keşifle birlikte yazı, ömrünün 25-30 yılını yazı yazmayı öğrenmekle geçiren sabırlı rahiplerin elinden çıkıp Suriye limanlarında ticaretle geçinen sabırsız halka iniyor. Yazının sağladığı kolaylığı gören her kavim, kendi diline bunu uyarlıyor ve dünya- da büyük bir devrim meydana geliyor. Tekin, bu devrimi günümüzde bilgisayarla meydana gelen değişimle benzer bulduğunu da ifade ediyor.

Bu değişimden Orta Asya bozkırlarında göçebe yaşayan Türkler de etkileniyor. Göçebe hayattan yerleşik hayata geçen Türklerin yazı anlayışı, hem bu değişimden hem de dini değişimlerinden etkileniyor. Daha sonraki yüzyıllarda karşımıza çıkan Yusuf Has Hâcib’ler, Ahmed-i Yesevî’ler, Alî Şîr Nevaî’ler durduk yere değil, Kaşgar’ın ötesindeki Uygur yazı dilinin dürtüsüyle ortaya çıkmışlardı.

Türklerde Kağıdın Seyri

Tekin, kağıdın Türklerdeki seyrine değindiği bölümde kağıdı Türklerin Çinlilerden aldığını, meşhur  Talas Savaşı’nda Türk ve Çinlilerden Müslümanlara geçtiğini, daha sonra bütün dünyaya yayıldığını belirtiyor. İslam dünyasında bilinen en eski tarihli kağıt MS 879 tarihli, üzerinde 1001 Gece’den bir iki satırlık Arapça metin olan parçadır.

Kağıdın çeşitli işlemlerden geçerek önümüze gelişi de uzun ve zorlu bir süreç. Kitapta bu süreçler hakkında da bilgiler bulabiliyorsunuz. Örneğin imalathanelerden gelen kağıdın ilk hâli yamrı yumru olur, bünyesinde hava kabarcıkları ve delikler bulunur. Bunları gidermek için yapılan işleme “Kağıt Terbiyeciliği” deniliyor. Hatta Osmanlı Devleti’nde bilhassa İstanbul’da Kağıt Terbiye Dük kanları bulunurmuş. Kağıt terbi ye dükkanlarının da üç türü var Mühreciler, Aharcılar ve Boyacılar.

Burada ilgi çekici bir bilgiyi kaydetmekte fayda var. Aharcılar kağıtların mürekkebi emmemesini sağlarlardı. Kağıtlar aharlanmazsa mürekkebi emer ve bir daha yazıyı silmek, düzeltmek mümkün olamazdı. Bu yöntem bilhassa resmi evraklarda kullanılıyor, böylece evraklar üzerinde oynamaların, değiştirmelerin yani sahtekârlıkların önüne geçiliyordu. Aharlı kağıtlarsa eğitimde çok kullanılıyor, öğrenciler öğrenirken yaptıkları yanlışı, dilleriyle aharlı kağıt üzerinden mürekkebi yalayarak siliyor ve yenisini yazıyorlardı. Ne kadar çok hata yapılırsa o kadar çok yalayıp silmek gerekiyordu. İşte bundan dolayı dilimizde okuryazarlık alâmeti olarak bugün hâlâ kullanılan “çok mürekkep yalamış” tabiri yerleşivermişti.

Kitabın Yazarı Hakkında (1933-2004)

Şinasi Tekin Türkoloji alanının öncü hocalarındandır. Şu cümleler onu kendi dilinden anlatmaktadır: “Aydınlarımızın affedilmez bir ihmâli ve umursamazlığı yüzünden bilimin her dalında gerilemeye, paslanmaya ve unutulmaya terk edilmiş olan Türk yazı dilini, içine düştüğü bunalımdan çekip çıkarmak ve onu yalnızca “konuşma ve anlaşma” vasıtası olmaktan kurtarıp bir bilim dili hâline getirebilmek için, anadili Türkçe olan araştırıcılardan, yazılarını Türkçe yazmalarını istemiş ve bu dileği ve çağrıyı, yedi yüz yıl önce aynı üzüntü ve endişelerle yola çıkmış olan Âşık Paşa’nın Garibnâme’sindeki meşhur mısraları ile ilgililere duyurmuştur.”

Altını Çizdiklerim

“Her din ve mezhep kendi alfabesini beraberinde getirir.” (İlmî çalışmaları kastederek) “Meseleye ne Ötüken bozkırlarında at oynatan bir Göktürk, bir Uygur süvarisi gözüyle bakacağız ne de Hoço manastırlarında ilahiler okuyan Mani rahibinin gözüyle ne de Semerkand, Konya ve İstanbul minarelerinden ezan okuyanın gözüyle bakacağız.”.

“Hepimizin bildiği Mevlitlerin sonundaki dualar içerisinde “sevabın, başta peygamberimiz olmak üzere herkesin ruhuna hediye edildiğini” dile getiren kısım İslamiyet’e dışarıdan girmiştir ve kaynağı Orta Asya’dır. Uygurca eserlerde buna Buryan Evirmek denir ki “sevabın tevcihi” manasına gelir.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?